2009′dan Bazı Anlayış ve Mutluluklar
2009 yılının bu son makalesinde, şöyle bir geçen sene yaşadıklarıma bakıp, içimi/kalbimi en çok ürpertenleri sizle paylaşmak istiyor ve sizi de geçen yıla bakıp en sevdiğiniz şeyleri, en mutlu olduğunuz anları takdir emeye ve onların değerlerini bilmeye davet ediyorum.Yılbaşı egzersizini yaptınız mı? Benim yaptığımı görmek isterseniz, bu adreste görebilirsiniz.
***************************************************************************************
Ve işte 2009′dan ” Bazı Anlayış ve Mutluluklar”:
Her şeyde gerçekten de bir hayır var.
Bir durum ne kadar kötü gibi görünüyor olursa olsun, bir hayır mutlaka var onda.
Yapmam gereken şey, ağlamak yerine gözümü açmak ve nedir bu gözümün önünde olan ama benim göremediğim hayır diye sormak.
Cevap en kısa zamanda geliyor. Ve çoğunlukla bir hayat değerimizin önemini kavramak oluyor.
Evet, hata yapmak çok kolay. Hatadan dönmek de aynı şekilde çok kolay.
Ulaşmak istediğimiz adrese doğru arabamızı sürerken yanlış yola sapabiliriz. Bu gayet normal bir şey.Bunu anlar anlamaz tekrar doğru yola çıkabiliriz. Hiç problem değil.
Arabayı durdurup, başımızı direksiyona kapatıp ağlamak ne kadar da saçma geliyor değil mi? Ya da “Yanlış sokağa saptın, yanlış sokağa saptın.” diye kendimiz paralamak… Birisi bize söylese, “Ne var kardeşim, işte ilerdeki sokaktan tekrar doğru yola çıkabiliriz, niye olay yapıyorsun bunu bu kadar?” demez miydik?
İşte aynı şeyi hayatta ilerlerken yapmak da bu şekilde saçma kaçıyor.
Hayatta her bir adımı atmadan önce, şu 5 süzgeçten geçirirsem, Allah’ın izniyle kazananlardan olurum:
- Bu adımı atmayı kalpten istiyor muyum, kalbim kabul ediyor mu, bu konuda kendimi iyi hissediyor muyum?
- Bu adımı atmayı kafam alıyor mu, aklıma mantıklı geliyor mu, bu konuda aklımı dinliyor muyum?
- Bu adımı atmak uzun vadeli ve kısa vadeli hedeflerimle uyumlu mu, bu adımı atmak benim hayat amacımla, hayat değerlerimle, ve hayatımızın vazgeçilemez 8 parçasıyla uyum içinde mi?
- Bu adımı atmak, biraz korkutucu da olsa beni heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor mu? Bu adım ve bu yolda “Hey!! Yaşasın!!”lar, “Ooff, Ooff” lardan daha mı fazla?
- Bu adımı atma kararını kalbimde “korku” ile değil de “iman ve güven” ile mi veriyorum, yani bana bu adımı attıran şey çaresizlik değil de Allah’tan gelen ilahi bir yardım mı?
Eğer bu 5 soruya da EVET diyorsam, bu benim için doğru bir adım. Eğer değilse, HAYIR demeliyim…
(Bu 5 soruyu, karşıma çıkan her bilgiyi körü körüne kabul etmeden önce de sorabilirim. Cevapların hepsi evetse, kabul et o bilgiyi.)
Güzel bir uyku, harika bir ilaç olabiliyor.
Uykumu iyi alınca, kendime dikkat edince hayat daha da güzel.
Geceleri problemleri düşünerek geçirmek hem onları çözmeye yaramıyor, hem de ertesi günkü enerjimden çalıyor.
Negatif duyguları bastırmak yerine onları oldukları gibi hissetmek, sonra da yukarı çıkmak çok önemli.
Eğer duyguları bastırırsak, 10 yıl- 20 yıl hatta daha çok takılıp kalabiliyoruz orada.
Ama 5 dakika oldukları gibi hissedip yukarı çıkabilir ve o negatif duygulardan özgür kalabiliriz.
Tüm duygular doğal, negatif duygular hissetmekte bir kötülük yok.
Önemli olan, hisset ve yukarı çık, takılıp kalma…
Hayattaki en büyük mutluluklar, inanılmaz derecede basit şeyler.
Benim için, en sevdiğim köşemde, battaniyeye sarınıp, ağır ağır, anlaya anlaya Kuran’ın Türkçe mealini okumak, çok sevdiğim ayetlerin hem Arapçalarını hem Türkçelerini okumak. Hele hele, aynı anda yağmur veya kar yağıyorsa…
Hele hele, benden bunu sesli okumamı isteyen anneannem veya bir arkadaşım varsa yanımda, herhalde dünyada benden daha mutlusu olamaz…
Tabii bir de yeni yıla girmek var. Benim için, sevdiklerimle beraber, kuruyemiş ve diet kola veya çay ile yeni yıla girmek geçirebileceğim en güzel ve zevkli yılbaşı…
Öğrencilerimi seviyorum.
Onların yüzlerinde gülücükler görmekten, gözlerinin mutlulukla ve umutla parlamasından daha güzel, daha değerli bir şey yok benim için.
Bu site aracılığı ile tanıştığım öğrenciler, arkadaşlar ve onlardan gelen umut, mutluluk ve müjde dolu maillerden de daha güzel, daha değerli bir şey yok benim için.
Çocuklarla, arkadaşlarla ve bu site ile geçirdiğim her bir saniye için milyon kez teşekkürler.
Benim için hayattaki en önemli değerler anlayış ve sevgi.
Anlayış ve sevgiden uzak olduğum her zamanda hayatım allak bullak oldu. Anlayış ve sevgiye yakın olduğum her dönemde de hem ben hem de çevremdekiler çiçek açtılar.
Fakat hayattaki en büyük keşfim, Allah’ın adım dediği, Kurandaki bir sure hariç her sureyi başlattığı, Rahman ve Rahim adlarının Türkçe anlamlarını keşfetmem oldu. Rahman ve Rahim, Türkçesi ile Anlayışlı ve Sevgi Dolu demekmiş.
Ben hayatta en büyük sevgiyi ve anlayışı anneannemden gördüm.
Gerek öğrencilik gerekse öğretmenlik yıllarımda da, en sert öğretmenler kadar, en anlayışlı ve en sevgi dolu öğretmenleri de gördüm.
En yaramaz öğrencilerin, anlayışlı ve sevgi dolu öğretmenlerin elinde en uysal, en akıllı öğrencilere dönüştüğünü, en uslu en akıllı öğrencilerin de sert öğretmenler elinde aniden söz dinlemeyen öğrencilere dönüştüğünü hayretler içerisinde gördüm.
“Bismillahirrahmanirrahim” sözünün Türkçesini merak edip araştırmaya başlayınca, “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” deyimindeki,
- Rahman’ın, kendi yol gösterişlerine uymayanlara dahi “Anlayışlı”
- Rahim’in de yol gösterişine uyanlara karşı “Sevgi Dolu” olduğunu bulmak hoş bir şok olmuştu benim için.
Hayatım boyunca, sert öğretmenlerin çocukları nasıl etkilediğini, anlayış ve sevginin her öğretmenin sahip olması gereken özellikler olduğunu düşünürken, Allah’ın kendisine en favori isimler olarak “Anlayışlı” ve Sevgi Dolu”yu seçmesi ne kadar da manalıydı benim için…
Gerçekten de O en anlayışlı, en sevgi dolu, en şefkatli anneden de anneanneden de daha anlayışlı, daha sevgi dolu ve daha şefkatli. Yoksa kendisine en favori isimler olarak bunları seçmezdi ve neredeyse her sureyi bu isimlerle başlatmazdı.Ne kadar anlamlı ki bu isimlerle başlamayan tek sure, gerçekten kızdığı sure : “Tevbe suresi”
Bir öğretmen olarak, ben de sınıftaki tüm öğrencilerime eşit davranmak istiyorum. Ama bazen yaramaz öğrenciler insanın anlayış sınırını zorlayabiliyorlar. Tabii bir de sözümü dinleyen öğrencileri yaramazlardan korumak gereği de var.
Bilenler bilir, öğretmenlik mesleği kolay değildir. Ama o çocukların çiçek açtığını görmenin verdiği mutluluğu bilmiyorum başka hangi meslekte tadabilirdim…
*****************************************************************************************
İşte benim 2009 için düşündüklerim ve 2009′da ulaştığım bazı anlayış ve mutluluklar.
Umarım, sizi de kendi anlayış ve mutluluklarınızı düşünmeye ve takdir etmeye esinlendirebilmişimdir.
Çok çok teşekkürler, bu yazımla hayatınıza girmeme izin verdiğiniz için.
Yeni yılınız kutlu olsun.
Anlayışlı ve Sevgi Dolu Allah’a emanet olun
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
07:14, 3 Ocak 2010
Düşünce gücünü ilahi güçle birleştirebilirseniz, sonuç mükemmel oluyor…
Çok yıllar önce, bu ilmin bu kadar yaygınlaşmadığı zamanlarda, bu konuyu bilinçsizce yaşadığım bir deneyimle tecrübe etmiştim…
Çok sonra bunun çekim yasası olduğunu öğrendim…
Bana yeni yıl hediyesi oldunuz…Bugün: 02.01.2010 Yeni başlangıçların tarihi!!!
Yıllar önce Samanyolu tv nin ilk açıldığı yılda, kurban bayramı arifesinde, canlı yayında KABE ÖRTÜSÜnün değiştirilme törenini izlemiştim. Evliliğimin en kötü ve sona yakın bir dönemiydi. Yani ağlıyacağım çok konu vardı. Ancak ben kabe örtüsünün bir tel ipliğine sahip olmak için gözyaşı dökmüştüm. Erkek kardeşim geçerken uğramış ve beni o halde görünce eşimin bana kötü birşey yaptığını zannedip ısrarla sormuştu. Ben de anlatmak zorunda kalmıştım: Kabe örtüsünün bir tel ipliğine sahip olmak arzusu içinde yanıp tutuştuğumu ağlıyarak anlatmıştım.
Ertesi gün bayramdı ve eşim aileme gelmek istemediği için kavga çıkarıp çekip gitmişti. Ben de o sırada çok küçük olan kızımı alıp annemlere yalnız gitmek zorunda kalmıştım. Babam yalnız geldiğimi görünce ağlamaya başlamıştı. Bende “Böyle kabul ederseniz edin, etmezseniz içeri girmeyeceğim” demiştim.
Erkek kardeşim de ortamın havası değişsin diye bir gün önce benim ağladığım konuyu anlatarak, anneme “Kızında hiç akıl yok anne, baksana kabe örtüsünü istiyor ve bunun için ağlıyor” demişti. Olay aynen bir gün önceki gibi, aynı şiddet ve arzu ile tekrar yaşanmıştı. Annem hiç sesini çıkarmadan odadan ayrıldı. Ben gene ağlayarak odada kalanlara anlatıyorum ne kadar çok istediğimi…
Biraz sonra annem elinde beyaz bir bohça ile geldi. “BUNU MU İSTİYORDUN? AL İŞTE…” dedi…Hepimiz donup kalmıştık. Meğer bizim evde kabe örtüsü varmış, ancak annem kıymet bilmeyiz diye bugüne kadar bize tek kelime bile etmemiş.
Aslında olayın daha da ayrıntıları var ama sizi meşgul etmek istemiyorum.
Benim sorum: İhtiyacımız olan şeyleri, ne yapacağımızı bildiğimiz halde, neden bazen aynı şiddetle isteyemiyoruz?
Yanıtlarsanız çok mutlu olurum.
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN…
SEVGİLERİMLE….
11:40, 3 Ocak 2010
Sevgili Macide arkadaşım,
Senin de dediğin gibi, düşünce gücünün ilahi güçle birleşmesinden ortaya çıkan eser değil mi bu başına gelen olay?
Ben buna, Allah’ın bize verdiği “akıl ve kalp gücünü” beraber kullanırken, Allah’ın yardımını da ekleyince ortaya çıkan mucize diyorum.
Seni tebrik ederim, bu mucize eser için. Hayatının her alanında bol bol devamını dilerim.
Sorunun cevabına gelince… “İhtiyacımız olan şeyleri, neden aynı şiddetle isteyemiyoruz?” diyorsun.
Çünkü, aslında ruhumuz yaralı ve hayatta ihtiyacımız olan şeylere, mesela ev, araba, bol para, kıyafetler vs. vs., ilgisizmiş gibi davranıyor. Hani olur ya hasta bir insanın canı hiç bir şey istemez. Biraz onun gibi sanki. Hatta bazımız, bunları istemenin çirkin olduğunu bile düşünüyor.
Hatta bazen kişi bunları haketmediğini bile düşünebiliyor. Üstelik sadece maddi değerleri değil, manevi değerleri bile, sağlık, iyi sevgi dolu bir eş, çocuk, arkadaş, ebeveyn vs. vs. gibi kendimize çekmeyi bırak, tam gaz itmekle meşgul olabiliyoruz.
Bu sebeple, “kabe örtüsü” istemeyi ruhumuz kabul edip, tam gönülle isteyebilirken, başka konularda “o kadar da istemem” diyebiliyor.
Oysa ki, ruhumuzun yaralarını iyileştirebilsek, onun keyfini yerine getirebilsek, o da anlayacak ki: iyi-güzel-doğru olan her şeyi istemekte bir sakınca yok.
Ben bu konuda en çok şu ayeti seviyorum:
Araf Suresi 32 “Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?”
Ruhumuz bunu idrak edebilse, sanırım, bu problem çözülmüş olacak.
Zaten çekim yasasını kullanmanın özü de bu değil mi? Ruhumuzu rahat ve ister bir hale getirip, hayatta istediğimiz iyi-güzel-doğru şeyleri kendimize çekmek.
Bunun için de kendimize, çevremize ve hayata olan sevgimizi arttırmak, ruhumuzun yaralarını iyileştirmek ve sonra da istediğimiz şeyleri istemek veya dilemek gerekiyor.
Bu konularda makalelerimizde pek çok merhem bulacağını umuyorum. Hepsi bu amaç için yazıldı: Ruhumuzun yaralarını sarmak, merhem sürmek, ve sahip olduğu Allah vergisi yetenekleri tekrar uyandırmak için…
Benim ayrıca sana özel bir tavsiyem olacak, çünkü sen bu konuda bir mucize gerçekleştirmiş ve yeteneğini ortaya çıkartmış birisisin:
Her gün, gün boyunca 3-5 tane ufak-tefek dileklerde bulun, bunları birkaç defa içinden söyle ve yanına Allah’ın yardımını alacak güzel sözler de ekle.
Mesela, “Bugün çok güzel bir gün geçireyim” veya “Bugün eski bir arkadaşla karşılaşayım” veya “Bugün elimize sürpriz bir para geçsin” gibi.
Bunları büyük çapta güzellikler için alıştırma şeklinde kullan ve aynı zamanda da tadını çıkarmaya bak.
Ve en ufak bir “dilek gerçekleşmesi” başına geldiği zaman, mesela sürpriz bir para diledin ve arkasından yolda 1 kuruş bozuk para buldun, hemen şükranla al ve sakın ha küçümseme, Allah’a şükret. “Sürpriz para dileğim işaretlerini göstermeye başladı. YAŞASIN!!! YOLDA, GELİYOR” diye düşün ve sevinçle takdir et.
Çekim yasasını ve yeteneklerimizi öldüren TEK şey var: Meydana gelen minik işaretleri küçümsemek ve “Bu çok az” veya “Bu yetmez” veya “Ben bunu ne yapayım, daha çok lazım” şeklinde bunları ezmek ve yok saymak.
Halbuki bunlara, kör bir insanın gözünde beliren ilk ışık gibi yaklaşmak gerekiyor.
Evet, hala kör ama ışık görmeye başlamak, gözün görmeye başlamasının ilk işareti değil mi? Hem de çok önemli bir işaret.
Veya bir bebeğin ilk adımları gibi. Evet çok zayıf, her an düşebilir ama korunur ve desteklenirse, daha güçlü adım atacak, hatta ilerde yürüyüp koşacaktır bile o bebek.
O yüzden büyük dilekler isterken, gerçekleşen ufak başarılarımızı da takdir etmek çok önemli.
Umarım soruna biraz olsun ışık tutabilmişimdir.
Güzel haberlerini bekliyorum.
Çok çok sevgiler.
20:35, 15 Nisan 2010
Sizi kendime bir kez daha yakın hissettim. Benim de anneannem hayatımda çok önemlidir. Annem çalıştığı için – çalışmak zorunda olduğu için değil de, çalıştığı için – bana ilkokula kadar anneannem baktı. Sonrasında da ve hala da annemden çok o ilgilenir benimle. Ve ilk öğretmenim odur. Onu ne çok sevdiğimi hatırladım sayenizde.
Ne tuhaf değil mi, insan her gün birlikte olduğu anneannesini ne çok sevdiğini yıllar sonra anlıyor.
Bir de duygularımızı bastırmak yerine yüzleşmekten bahsetmişsiniz. Ben 4 yıl önce babamı kaybettim. Hastalığı boyunca her gün ve son nefesine kadar ve son nefesinde yanındaydım. Öldüğünü de bir türlü kabullenemedim. Bunun en büyük göstergesi de her gece onu rüyamda görmem, hem de sağlıklı bi şekilde. Ve hep aynı şeyi söylüyor. “Ben ölmedim siz beni öldü sandınız, mezardan çıkıp geldim.” 4 yıl ve her gece.
Ve şimdi fark ediyorum ki bir kaç gecedir rüyalarım kesilmiş. Sanırım yüzleşmeye çalışıyorum.
Bu yazı için de size müteşekkirim. Allah’a emanet olun. Sizi seviyorum.