Et aşkından daha beteri var mı?
Allah’ın yardımıyla son makaleden sonra, (bakınız: ‘Beton aşkı mı daha zalim, et aşkı mı?’) yeni sorular sordum ve onlara da yeni cevaplar buldum.
Et aşkından daha beteri var mı?
Varsa ne?
Tabii bu şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şey olmayacaktır, çünkü Kuran’dan öğrendiğimize göre Allah’ın yol ve yönteminde bir değişiklik olmaz.
Bu sebeple et aşkının beterini de, cehennem yolunda, doğada, hayvanlar aleminde görebiliyor olmamız lazım.
Bu sebeple doğadan başlayalım:
Doğa, kendine has bir toplum. Bireyleri olan hayvanlara, bitkilere vs. baktığınızda, ruhsal olarak bir yozlaşma içerisinde olduklarını farkedebiliyoruz. Milyonlarca yıl süren çok yavaş bir olay bu. Örnek olarak, dinozorlar ortadan kalkmadan önce, doğa, duygusal basamaklarda “yemek yemece” seviyesindeydi. Atmosferdeki karbondioksit (CO2) bugünkünden çok daha fazla olduğu için, bitkiler çok rahat büyüyor ve çok büyük boylara ulaşıyorlardı. Dünya yemyeşil bir yerdi. Bitki bolluğu sebebiyle, o zamanın asıl hayvanları olan dinazorlar bütün gün bol bol beslenebiliyorlar ve bu sebeple de bina boyutlarına ulaşabiliyorlardı. Onları yiyen etçil dinazorlar da dev gibiydi. Denizlerde de durum benzer bir şekilde, yiyecek bolluğu içerisinde idi. Bitkiler, tek hücreliler, balıklar, böcekler boldu, bu sebeple diğer deniz canlıları da boldu. Yani yiyecek boldu ve tüm hayvanlar şapur şupur yemek yiyorlardı, her ne kadar bu birbirlerini yemek anlamına gelse de, keyifleri yerindeydi.
Yaşanan tüm bu bolluk sebebiyle, o zamanın köpek balıkları balina boyundaydı. Hangi canlı daha çok yerse, daha hızlı yerse, daha başarılı avını yakalarsa, o canlı türü kazanıyordu. Diyeceğim o ki, o dönem doğanın çılgınca yemek yenilen bir devriydi ve hayvanlar ruhsal olarak yemek yemeğe odaklanmışlardı.
Ruhsal seviyeler arasında, bu seviyeye ‘yemece, mal yığmaca’ seviyesi diyoruz. Bir ruhun temel odak noktasının ve temel mutluluk kaynağının yemek, biriktirmek, para ve mal yığmak olması hali.
Milyonlarca yıl önce, dinazorları ortadan kaldıran meteor düşmesi felaketi sebebiyle, bu yemek eğlencesi bitti. Yiyecek nispeten kıtlaştığı için, canlıların temel uğraşı yemek yemekten, yuva kurmaya yöneldi. Kim daha çok çocuk yaparsa, kim daha sağlıklı çocuklar yaparsa, o canlı türü başarılı oluyordu. Bu yuva kurma üzerine dayalı hayat tarzı, bugüne kadar devam etti. Ki insan vücudu da bir canlı olarak bu grupta.
Ruhsal seviyeler arasında, bu seviyeye ‘ilişkiler’ seviyesi diyoruz. Bir ruhun temel odak noktasının ve temel mutluluk kaynağının ilişkiler olması hali.
Ki bu seviyelere ben ‘beton aşkı’ ‘et aşkı’ demiştim hatırlarsanız ve işte bu aşamada şu soru geldi aklıma:
Acaba doğa bu seviyenin de hemen altında olan, “Gizem, bilinmezlik, büyü” seviyesine düşer mi? Düşüyor olabilir mi?
Eğer düşüyorsa, biz insanlar bundan nasıl ders alabiliriz? Bir hayvan nasıl gizem seviyesine düşebilir? Hayvanlar büyücü mü olacaklar? Bir hayvan nasıl gizem seviyesine düşsün?
Birinci ipucu, çok basit. Kaybedilen seviyeye karşı bir soğukluk, duygusal isteksizlik, bıkkınlık ve mesafe oluşması lazım. Yani gizemde yaşayan canlı, yuva kurmayı, aşık olmayı, sevmeyi sevilmeyi, ya hiç tatmayacak, ya da çok az tadacak.
Bir başka ipucu daha var. Bir ruh bir seviyeden düşmeden önce, o seviyeyi terketmeden önce, kaliteli ve seçici felsefelere sarılır. Örnek olarak yemece seviyesinden ilişkiler seviyesine düşmek üzere olan bir kimse, yemek konusundan soğumaya başladıkça, az ve öz olsun şeklinde yemek seçmeye başlar. Kaliteli ve az yemek ve benzeri yaklaşımlar sergiler. Bir süre sonra hayattan aldığı temel zevk yemek olmaktan çıkacak ve ilişkiler hayatın asıl eğlencesi haline gelecektir.
Aynı şekilde bir kişi ilişkiler seviyesinden düşmek üzereyse, ilişkilerde kalite ve seçicilik konusuna sarılacaktır. Bu bir bakıma ilişkilerden soğunduğu ve sadece en güzeli en süperi olursa istendiği şeklinde de söylenebilir. Seçicilik, beğenmezlik.
Eğer doğada ilişkilerden gizeme bir düşüş varsa, bu düşüşün bir ara basamağı olarak aşırı seçicilik, sadece en güzel olanı beğenmece seviyesi olmalı.
Bu var mı, gözleniyor mu? Nerede?
Evet. Harem kuran hayvanlarda!
Harem nedir? Bir erkek ve sadece o en süper erkeği beğenip diğer erkekleri beğenmeyen dişiler grubu. Tabii biz insanlar harem kurmanın erkeklerin yaptığı bir aktivite olduğunu zannediyoruz ki, oysa ki asıl haremi seçen bayanlar! Yani en güçlü, en yakışıklı, veya en zengin TEK ERKEĞİ seçen ve başka erkekleri, normal diyebileceğimiz erkekleri beğenmeyen tüm bayanlar harem kavramını oluşturuyorlar. Yani seçicilik, beğenmezlik haremi oluşturan şey!
Bu durum, fillerde, ineklerde, koyunlarda, maymunlarda, atlarda da var. Bunlarda da dişiler sadece en süper erkeği beğeniyor, üstelik sevgiyi yuva kurmayı neredeyse hiç tadamıyorlar, erkeklerine ayda yılda bir yaklaşmayı kabul ediyorlar. Demek ki doğada da düşüşü, ara seviyeyi görebiliyoruz.
Peki eğer harem ara seviye ise, bir altında olması gereken gizem nasıl olmalı? Bir hayvancağız nasıl gizemi yaşar?
Gizem ne demek? Kişiden çok önemli bilgilerin saklanması, gizlenmesi demek. Büyü demek. Büyülenmiş varlıklar demek. Tek ve asıl Allah dışında tapılan bilinmez varlıklar demek. Neden-nasıl bilememek demek.
Peki, şu an doğada hangi hayvanlar gizemde olabilir? Gizem’e kadar düşmüş olabilir?
Harem denilen yöntemin daha da beteri olmalı. Üstelik gizem içinde yaşamalılar. Üstelik büyülenmiş gibi olmalılar. Üstelik aşık olmak yuva kurmak gibi zevkleri olmamalı. Hangi hayvancıklarda var bu?
Karıncalar!!!
Tabii ki biz karıncaları tatlı, şirin canlılar olarak görür ve çalışkanlığın örneği olarak kabul ederiz, ancak hiç onların durumuna bir karınca gözüyle baktınız mı?
Karıncalar, çalışan karıncalar. Büyülenmiş gibi otomatik yaşayan, sadece çalışan, özel hayatı olmayan, bir yuva kurmayı tatmayan, dans eder gibi, ayin yapar gibi tek sıra yürüyen karıncalar.
Demek gizemde yaşamak böyle bir şey.
- Yuva kurmak, sevmek sevilmek yok
- Kendi çocuğuna sahip olmanın ve onu yetiştirmenin mutluluğu yok.
- Bir tane ana karınca var, tüm çocukları o doğuruyor. Anne değil fabrika. Diğer dişiler sadece işçi.
- Erkek isen o daha da acıklı, bir kaç gün ömrün var fazlasına gerek yok denmiş. Yiyecekleri tüketme diye.
- Eş bulmak olmadığı için, vücutlarında güzellik unsuru da gerekmiyor. İş görsün yeter, 6 bacak, bir kafa vs.
- Çocukken anasının babasının biricik bir tanesi olmak yok. Doğduğun gün yemek sırasındasın.
- Öldüğün gün tören yok, öldüğünü bilen de yok.
- Yemek yemenin tüm eğlenceleri, sadece gerekli kimyasalları almaya indirgenmiş. Arabaya benzin doldurur gibi, çabuk tüketilebilecek, sınırlı çeşitte hazır gıdalar var.
- Şahsi yatak vs yok, koridorlarda vs uyunuyor. (Eski Roma’da da köleler orda burda uyurmuş, genellikle koridorda.)
- Hayat demek çalışmak demek.
Elbette çalışmak, grubuna hizmet etmek güzel şeyler. Fakat eğer bunu hayatın diğer parçalarını görmezden gelerek, abartarak ve sorumsuzca yaparsak durum kötü. Neden çalıştığımız önemli. Amacımız mutluluk olmalı, çalışmak için çalışmak olmamalı.
İlginç bir nokta, para için çalışmak toplumları zenginleştiriyor. Fakat çalışmak için çalışmak fakirleştiriyor. Çünkü paraya değer vermek demek aslında emeğe değer vermek demek, ve ayrıca hayatın her parçasına değer vermek demek. Çalışmak için çalışmakta kişi kör oluyor.
Para demek hayatın her alanında birşeyler alabilmek demek. Para kazanmak demek, hayatının her alanını dengeli yaşayabilmek demek, ve başkalarının da bu dengeyi yaşamasına izin verebilmek demek. Para düşünmeden çok çalışan insanlar ise maalesef, başkalarından da aynı özveriyi bekliyorlar, herkes karınca olsun istiyorlar. ‘Ben ailemi, kendimi ihmal edip çalışıyorum, sen de ihmal et’ diyor. 6 aylık bebeğine bakmak için daha da izin isteyen bayana, üst müdire bayan, ‘ben 1 aylık bebeğimi bıraktım da işime koştum, sen de koşacaksın’ deyiveriyor.
Karıncaları incelemeye devam edersek…
- Grup için yaşanıyor, gruba katkıda bulunmak için yaşanıyor.
- Birey olmanın gerekli parçaları olan farklılıklar, kusurlar, özgürlükler, bunlar yok. Varsa da istenmeyen şeyler.
- Üretmek çalışmak hayatın amacı. Üstelik bu konuda seçme özgürlüğü de yok, seçecek akıl da yok, herkes programlanmış. Hayat, gitmek gelmek yük taşımak demek. Bir bunu düşünün, bir de bir ağacın en üst dalında, batan güneşi seyrederek şarkı söyleyen genç serçeyi düşünün. Hayat o kadar güzel ki! Karıncalar için önce birey değil, önce takım, önce grup, önce toplum.
- Kim olduğun, sadece görevine indirgenmiş. ‘Sen kimsin’ değil, ‘Sen nesin’ var sadece. Sen kendinsin değil, sen bir işçi karıncasın.
- Kim olduğun, hareket, düşünce ve duygularından ibaret. Nasıl hareket ediyorsan, ne hissediyorsan, o’sun. Daha derinde gerçek sen yok. Allah’ın izi yok, kendini ve kim olduğunu geliştirmek, iyileştirmek yok. Allah’tan gelen, adaletin, iyiliğin, özgürlüğün, sevginin doruk noktasından izler yok. Şu an ne hissediyorsan o’sun. Gerçek bir bilinmezlik ile bilmiyor karınca aslını, ruhunu, Allah’ın yansıması olduğunu. Zaten bilmemesi gerekiyor çünkü bilirse grubuna uymaz, iyilik adalet özgürlük vs. konuşmaya başlar.
- Yaptığın iş kadar, topluma yaptığın katkı kadar değerlisin. Başka değerin yok.
- Sen zaten bir makinasın, bir robotsun, aslında neden ruhun var, keşke olmasaydı.
- Zeka çok az. Sadece işini yapacak kadar.
Karıncalarda çok katı bir kast sisteminin olduğunu söyleyebiliriz. Veya sınıf ayrımının çok güçlü olduğunu da söyleyebiliriz. Sınıflar arası geçiş yok. Genetik bilimindeki gelişmeler maalesef insanlar arasında da yapay olarak böyle sınıflar, tabakalar oluşturulabileceği tehlikesini gösteriyor. Hafif aptal ve itaatkar insan ırkı yaratılması tehlikesi var. Çok moda olan bazı büyü ve gizem konulu çocuk, genç romanlarında (okumadım ama bana kadar haberleri geldi, çok popülerler) aşağı tabaka insan ırklarından tekrar tekrar bahsedilerek, toplum (çocuklar ve gençler) bu konuda eğitiliyor, tabii ki bu yoldan gitsinler, ilerlesinler diye eğitiliyorlar, sanki ‘uyarıyormuş’ gibi rol yapılarak olsa da.
Demek ki gerçekten de, gizem büyü odaklı hayat tarzlarında ‘aşağı tabaka’ varlıklar konusu hemen oluşturuluveriyor.
Sorun şu ki, aşağı tabaka insan ırklarının da ruhları olacak ve o ruhlar o berbat hayatları yaşamak zorunda kalacaklar. Bu büyük bir günah.
Karıncalara tekrar dönelim…
- Tören, dans, sıra sıra yürüme ve benzeri toplu hareketler var. Hepsi adeta büyülenmiş gibiler.
- Allah’ın biricik, özel, değerli, benzersiz kulu gitmiş, yerine çalışma takıntılı bir işçi gelmiş, birbirinin kopyası tekdüze bireyler gelmiş, başkalarını takip eden bir köle gelmiş.
Dinin bir faydası, bireyi, yönetici tabakaların zalimliklerinden korumak. İnsanların gücü ele geçirmişlerse ne kadar soğuk, zalim ve aldırmaz olabileceklerini tarihten hatta günümüzdeki zalim patronlardan, müdür, müdirelerden görebiliyoruz. Eğer bir kimse dine karşı soğuk tavırlar sergiliyorsa, bunu sadece düşünsel ve felsefi bir farklılık olarak almak saflık olur. Genellikle o kişinin yapmak istediği hınzırlıklar vardır ve dini bunlara engel olarak görmektedir. Gözlemlerim bunu doğruluyor. Dine karşı olanlar bunu genellikle kendilerini özel ve üstün görme fikirlerine çomak soktuğu için, veya en basitinden ilişkilerde azgınlığı sınırladığı için istemiyorlar. Sizi çalışkan karınca yapmak istiyorlar ve din buna engel oluyor, hayır diyor o bir karınca değil, o bir insan, meleklerin secdeye durduğu bir varlık. (Burada gözlerim yaşardı. İşte bu Allah’ın bize olan sevgisi ve bize verdiği değer. Biz dinden ve Allah’tan uzaklaştıkça zalim patronların karıncası olmaktan başka neye ulaşıyoruz ki?)
Bunu hayatta uygulamayı komünistler denemişti. Çok uğraştılar herkesi karıncalar gibi çalıştırmak, sıraya sokmak için. Nedendir bilinmez, insanlar hizaya sokuldukça daha az çalışıyorlar. Olmadı, yapamadılar, çok şükür.
Hazır konu açılmışken biraz politik akımlar ve ruh seviyelerinden de konuşalım.
Ruhsal seviyeler ve politik akımların zayıf yönleri:
- Her politik akımın yeri ve zamanı vardır.
- Toplumların anlık ihtiyacına göre kullanılabilmeliler.
Fakat yine de, bu akımların kendilerine has zayıflıkları da var.
Sağ kesimin zayıflığı para pul düşkünlüğü, zenginlik düşkünlüğü, yani yemece seviyesi. Maalesef bu yemece, insanları yemeceye, yani bireyi aşırı sömürmeye de dönüşüyor eğer izin verilirse.
Sol kesimin zayıflığı ilişkilerde serbestlik, gittikçe azgınlaşan bir serbestlik, yani ilişkiler seviyesinde bir yoğunlaşmaları var. Biraz da gizeme kayıyorlar, neredeyse bir karıncayı anlatıyorlar: Haydi organize olalım, beraber yürüyüş yapalım, beraber dansedelim, sen de katıl bize, toplumsal hareket vs. Çok çalışalım, çok üretelim, yaşasın işçi sınıfı, yani karıncalar. Beraber Mars’a gidelim, orada karıncalar gibi ufacık evlerde hep beraber yaşayalım. (Bu günlerde bu çok moda. Eminim o haberleri her gördüğünüzde artık bu yazımı hatırlayıp gülümseyeceksiniz. )
Komünizmin zayıflığı, herkesi çalışan karıncaya çevirmek istemesi. Üretken çalışkan hizada insan. Zaten toplumlarını gizem içinde tutmaya da bayılırlar, sansür, yabancı yayınların yasaklanması, sınırların kapalı olması hep onlarda görülür.
Kuran ne diyor?
Bütün bu saydıklarıma Kuran’ın cevabı: Tüm bu zayıflıkların HİÇBİRİNİ kabul etmemesi:
- Yemek yemece seviyesine düşüp de davarlar gibi yemek yemece yok, iyi değil.
- Mal-mülk yığmaca, malda mülkde, parada kendini kaybetmek yok, iyi değil.
- İnsanların hakkını çiğnemek, onları sömürmek yok, iyi değil.
- İlişilerde azgınlaşmak, aşırı serbestleşmek yok, iyi değil.
- Bir grubun içinde kaybolmak, kendini kaybetmek, Kuran’ın ifadesi ile, koyun gibi güdülmek istemek yok, iyi değil.
- Bilmeden yaşamak, öğrenmeden yaşamak yok, iyi değil.
- Büyü ile gizemle uğraşmak, iplere düğümler atmak, bilinmez güçlere tapmak yok, iyi değil.
- Bir firavun’un, liderin, yönetimin altında haksız eziyetlere katlanmak yok, iyi değil.
********************************************
Demek ki gizem, kişinin kendisini de bilmemesi, başkalarını da bilmemesi, ‘görevinden başka’ hiç bir şeyi bilmemesi şeklinde bir uyuşma, uyuşturma, uyutma, uyuma, kısıtlama, yeteneksizleştirme imiş.
Demek ki beton aşkının, et aşkının altında, ‘gizem ve kendini bilmeden köle olup çalışarak yaşamak’ varmış.
Allah bizi korusun! Biz de sakınalım, korunalım, en azından öğüt alalım ve hatalarda günahlarda ısrar etmeyelim!
Pinterest'te Takip Et!
Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
20:32, 7 Nisan 2019
Farkındalıklar akın akın GELİYORRR. Hangisini yazsam?
Meğer firavunlar insanları karınca gibi çalıştırabilmek ve köleleştirebilmek için GİZEM’in ustası olmuşlar.
Meğer o gizemli piramitlerin gizemli olmasının, gizemli bir sebebi yokmuş, aksine son derece gerçekçi ve mantıklı bir sebebi varmış. İnsanlar gizemde kaybolsun karınca gibi çalışsınlar, uyanmasınlar, firavunlarına isyan etmesinler diye dev gibi heykeller, piramitler, gizemli tapınaklar, odalar… hepsi meğerse çok basit bir amaca hizmet ediyormuş.
İnsanları gizemde uyuşturup, köleleştirmek amacı!
Demek ki dev gibi saraylar, tapınaklar, piramitler yapmak gerekiyormuş ki, halk da ayaklanmasın, karınca gibi ufak kalsın, kendini ufak görsün.
Meğer firavunlar ne kadar da zeki, aklı başında kişilermiş zalim olsalar da, akıllarını kötülüğe kullanmış olsalar da.
Böylece firavunların, Mısır piramitlerinin gizemini de anlamış bulunuyoruz. Övgüler farkettiren Allah’a!!!!
Nedense, bazı kimseler Hristiytanlık, Müslümanlık gibi güzel dinler söz konusu olduğunda, bu dinler krallar halkları kandırabilsin diye uyduruldu diye atar tutarlar ama Mısır piramitlerinden bahsedince, aniden bir hayranlık gösterirler, gözleri saygıyla ve hayranlıkla parlar. Seslerinin tonu bir şefkat, bir dostluk, bir sevgi hissi ile değişiverir.
Bu da ne acaip bir çelişki ve ne derin bir körlük, sizce de öyle değil mi?
Asıl o dinler halka özgürlük ve mutluluk vermeye çalışır ve kişileri kraldan, firavundan kurtarmaya çalışır. Asıl o piramitler kişilerin köleleştirilmesi ve baskı altında tutulması için yapılmış ve kullanılmıştır.
Ey Rabbim, bu nasıl bir şaşkınlık!!!!
Hatırlıyorum da çocuk kitaplarında da, ne zaman piramitlerden bahsedilse, bütün kitaplar tatlı, bütün resimler şeker. Ne zaman dinlerden bahsedilse, sanki dinler kralın halkı sömürmesinin aracı, eski moda, sıkıcı şeyler.
Allah’ım koru bizi.
20:40, 7 Nisan 2019
2. farkındalık:
Karıncalarda farklılık yok, demiştim ya… Gerçekten de fotokopi gibiler!
Genç nesilleri etkilemek için reklamlarda, kitaplarda, romanlarda çok kullandıkları bir tema vardır hani: Kendin ol, farklı olmaktan korkma, kendini yaşamaktan korkma derler, sonra da senin milyonlarca kişinin kullandığı şeyi alıp kullanmanı isterler.
Gençler de sırf ana-babalarından farklı olmak adına, giderler tüm arkadaşlarıyla aynı şeyi, aynı ayakkabıyı, aynı çorabı, aynı saati, aynı telefonu kullanırlar.
Milyonlarca genç AYNI bilgisayarı, AYNI programlarla kullanıp kendilerini herkesten farklı sanıyorlarsa, bu nasıl bir uykudur? Gençler mi uykuda, reklamcılar mı çok uyanık?
21:06, 7 Nisan 2019
3. farkındalık:
Bir insana,
sen ne hissediyorsan o’sun, kendin olmaktan korkma demek, dünyanın en büyük yalanlarından biri.
Çünkü insanın kişiliği de herhangi bir andaki hisleri de değişken ve geliştirilebilir, dış etki altında kalabilir.
Bugün böyle hissedebilirim, dün şöyle hissedebilirim ama o hisler BEN değilim. Ben hislerim değilim, ben düşüncelerim değilim. Bunlar değişebilir.
ASIL BEN, bunların üzerinde güç sahibi bir varlığım.
Ben kendini geliştirmek isteyen, iyi bir insan olmak isteyen bir varlığım.
Eğer günlük, anlık hislerime düşüncelerime bu benim dersem, bu düpedüz yalan olur.
Bir insan bir günde yüzlerce değişik karakteri sergileyebilecek bir varlık ve bu gerekli ve doğal bir yetenek. Yıllar ilerledikçe bu karakterlerin kimisi beğenilmeyerek atılır, kimisi güçlenir, yeni yaşantılarla yeni karakter dağarcıkları oluşur.
Eğer biz bunlardan belli birine takılıp kalırsak ve ‘bu benim’ dersek, asıl o zaman özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz.
Gelişme durur. İlerleme durur ve o takıldığımız karakteri de yıpratarak zamanla kırık, dökük bir insan haline gelebiliriz.
Siz de gözlemleyin, her kim ki, belli bir düşünce, duygu, hareket tarzını benimseyip, bu benim demişse ve bunda yıllar boyunca ısrar edip, düzelmeyi, gelişmeyi, iyileşmeyi reddetmişse, sonuçta o kişi mutlaka acı çekmeye ve acı çektirmeye mahkum oluyor.
Olgun insan bir karınca için dahi tavırlarını, düşüncelerini, yolunu değiştirebilir. (Bakınız Kuran’dan Süleyman peygamberin orduları ve karıncalar! Süleyman peygamber, evet, ihtişam, ciddiyet, liderlik, sertlik, hepsi var ANCAK bir karıncayı dahi dinleyebilecek, duyabilecek bir şekilde kendi karakterine tapmayan, ‘sen kimsin’ demeyen bir lider!)
İşte bu, karakterin, kişiliğin takıntılı olmaması gerektiğinin ve insanın gelişebileceğinin ve iyileşebileceğinin bir güzel örneği.
Buluğ çağının fırtınalarının ortasındaki gençlere, ‘Kendin ol, neysen o ol’ deyip de, onların cinsel fırtınalarını, cinsel karmaşalarını kemikleştirmek isteyen ve onları bu karmaşalara ‘BU SENSİN’ diyerek yapıştımak isteyenler ne yapmak istiyorlar?
Hemen söyleyeyim:
‘Bu sensin, yapış ona, kabul et, saklama, saklanma ki, ben sana ayakkabımı, telefonumu, bilgisayarımı satabileyim rahat rahat. Çünkü kendime kırmızı yarış arabası alıp, geceleri çapkınlığa çıkacağım’ diyorlar ve tabii bu deyiş aslında içten içe ama, dışarıda konu sanki o değil. Görünüşte, bu bir demokrasi, özgürlük, hak, adalet, insanlık, olgunluk, bireysellik konusu!!!
Cinsellik konusunda elleri çocukların gençlerin üzerinde. Onların yakalarına yapışmış durumdalar. ‘Bu sensin kabul et’ diyorlar. Zavallı çocuklar da inanıp, geçici düşünce ve duygularına BU BENİM diye yapışıp kalıyorlar. Hem cinsel, hem kişisel, hem ruhsal tüm gelişmeleri durduruluyor.
Ben de buradan söyleyeyim, duyan duysun, duymayan duymasın, Allah’ın duymasını dilediği kulları ve Allah’tan duymayı dileyen kulları duysun, diğerleri duymasın.
HAYIR, O SEN DEĞİLSİN.
Allah seni o kadar özgür yaratmış ki, sen karakterle, kişilikle dahi sınırlı değilsin!
ASIL SEN, her zaman en içinde, sahip olduğun, en büyük hazine olan, Allah’ın yansımasısın!
Sen bir iyilik, doğruluk, güzellik, hak, adalet abidesisin.
Sen bir sevgi kaynağısın.
Sen bir mutluluk kaynağısın.
21:09, 7 Nisan 2019
Özlemi arkadaşım, kesin, ben bu makale ve ardından gelen farkındalıkları günlere böldüm, 2-3 ayda okurum inşallah diyecek.
Daha devamı var farkındalıkların ama ben de şimdi yoruldum biraz dinleneyim ve bu farkındalıkların tadını çıkarayım.
16:59, 8 Nisan 2019
4. farkındalık
İnsan gizem seviyesine düşerken ve düştüğünde, hayatta her şeyin gizemli olmasını istiyor ve özellikle ilişkiler konusunda da gizem istiyor. Sevebileceği kişinin onu büyülemesini bekliyor. Elektrik almak istiyor. Olağanüstü hisler ve olaylar yaşamak istiyor. Aşk duygusunun tanımlanamaz, anlaşılamaz olmasını istiyor. Normal insanların mutluluk dolu yuvalarındaki sevgiyi küçümsüyor, mucizevi, tılsımlı hisler bekliyor bir beraberlikten. Bir erkeğin yüzüne bakınca anlaşılmaz duygularda kaybolmak istiyor, büyülenmiş gibi olmak istiyor ve ancak bu olursa buna ‘aşk’ diyor.
Geçen gün bir şarkı duydum, bayan şarkıcı erkek sevgilisine övgüler diziyordu. Bakışı anlaşılmazmış, sesi gizemli, büyülü imiş. Hiç ipe sapa gelmez tavırları varmış ve bu onu ne kadar çekici yapıyormuş!!!!
Aslında burada gizem seviyesine düşmüş ve gizem seviyesinin zevklerine düşkünlük gösteren bir kimseyi görüyoruz.
Sakın yanlış bir fikre kapılmayın, aşk’ı gizem gibi son derece düşmüş bir seviyede yaşayan bir kimsenin berrak, açık bir mutluluğa, pırıl pırıl bir yuvaya kavuşması MÜMKÜN DEĞİL.
Gizemle başlayan gizemle biter, neden gitti neden gitti diye yeni bir şarkı yazılır sonra…
21:47, 8 Nisan 2019
Dinazorlar ve onların meteor ile yok oluşları bana Kuran’daki Fil bölümünü hatırlattı. Tekrar okudum. Buraya da getireyim, hep beraber ders alarak okuyalım.
**************************
Anlayışlı ve Sevgi dolu Allah’ın adıyla,
1: Görmedin mi ne yaptı Rabbin fil yâranına!
2: Tuzaklarını boşa çıkarmadı mı onların?
3: Gönderdi üzerlerine sürüler halinde kuş,
4: Atıyorlardı onlara kurumuş çamurdan damgalı taş.
5: Nihayet, onları yenik ekin yaprağına çevirdi.
**************************
07:58, 11 Nisan 2019
*** Öldüğün gün tören yok, öldüğünü bilen de yok.***
Bu konu da bana Yunus Emre”yi hatırlattı…
Hani demişti ya:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Ölümünden 700 yıl sonra bile sözleri hatırlanan, bilinen bir kişinin alçakgönüllüğüne bakar mısınız?
Tabii gizem’e düşmüş bir ruh için, Yunus Emre’nin bahsettiği ‘garip’lik bile ne büyük bir lüks!
05:16, 17 Nisan 2019
Makalede en çarpıcı yer benim için başlık oldu.Tam et aşkı ne kadar kötü ALLAHIM SEN affet, beni de uyandır inşallah, derken daha beteri var mı sorusu ilgimi çok çekti. Yemek yemeğe olan düşkünlük, ilişkilere düşkünlük ve aşırılıklar… ardından gizeme aşırı merak ve düşkünlüğü okudukça daha açık seçik anladım. Karincalari düşününce de, çalışma hayatı ve getirdikleri, benim de çoğu kez büyülenmiş olduğumu çok net kavradım. Allaha sığınırım. Zalimliklere maruz kalan bir çalışan kadın olarak zalim patron ve büyüleme oyunlarını da anladım. Ozellikle insanların dini kötüleyerek ve inancın bizleri aptallasirdigina inandırma çabalarının da birer büyüleme yöntemi olduğunu farkettim. Ama bizi yine Allah Kuran aracılığı ile ne de güzel koruyor ve uyandırıyor. Sukurler olsun. Iliskilerdeki harem durumunu ise ne anlaşılır yazmışsınız. Insan düşünce aaaa gerçektende öyle demekten kendini alamıyor. Her satırı Allaha sığınarak 3 kez okuduğum makalenizi bakalım daha kaç kez okurum. Farkindaliklariniz da ayrı birer bilgi. Çok teşekkür ederim ellerinize emeğinize sağlık
18:07, 17 Nisan 2019
Farkındalıklarını paylaştığın için ben de teşekkür ederim, Özlemi arkadaşım.
Senin yazdıkların da bende yeni farkındalıklar oluşturdu. Aslında zalim patron seninle konuşurken dini kötüleme görüntüsü altında, evet seni büyülemeye çalışıyor. Seni derin ve bilinmeyen konulara itip, kafanı karıştırıp, sanki seni bir uykuya daldırıyor ki, ve sen kendi içinde öyle saçma ve yararsız bir kuyuya dalıyorsun ki, o da senin üzerinde aklı sıra kendince bir firavun baskısı oluşturmaya çalışıyor.
Firavunun piramitleri varsa, senin patronunun da çeşit çeşit bağırmaları, hakaretleri, aşağılamaları, olumsuz tavırları, dini kötülemesi, benim için bugün ne yaptın demeleri vs var.
Seni bir çeşit gizeme ve dipsiz derin kuyulara düşürüp, senin üzerindeki gücünü, yönetimini devam ettirmeye çalışıyor sanki içgüdüsel olarak.
Belki de bilerek yapıyor, belki de zamanla öğrenmiştir yapa yapa, kimbilir…
Demek ki gizem sadece dini konularda değil, her konuda olabiliyormuş. Demek ki gizem, bir insanı gereksiz bilmecelere itmek ve onu bu şekilde daha kötü bir duruma düşürmek veya kullanmak amacı ile yapılıyormuş.
Demek ki gizem, kötü niyetli bir bilmeceler yağmuru gibi bir şey.
Abuk subuk hareketler, anlaşılamazlıklar silsilesi ancak hiç biri faydalı değil. Amaç hep karşıdakini uyutmak, karanlığa çekip kara kara düşündürmek, ve onu bir şekilde kullanmak. Bu kullanmak kendisi gizemde olup da karşıdakini de gizeme düşürmek dahi olabilir ille de o kişiyi çalıştırmak, kullanmak olmasa da… Bunu da kendi gizemini, kendi faydasız ve gereksiz bilmecelerini üzerimize yığan insanlarda görüyoruz.
Gizem meğer aslında kölelik imiş. ‘Özgür’ kölelik.
Yani asıl kölelikten bir öncesi. Kişi özgür görünüyor ama aklıyla, duygularıyla, düşünceleriyle köle haline getirilmiş. Sizin için deli gibi çalışıyor, sizin peşinizde dolaşıyor, size aşık oluyor (şarkıcılara, artistlere mesela) sizin eserlerinizi alıyor, sizin ürünlerinizi tüketiyor, size oy veriyor, sizin malınızı alıyor, size hizmet ediyor, sizin istediğiniz gibi yaşıyor, sizin istediğiniz gibi hareket ediyor.
Çünkü bilmesi gerekenleri bilmiyor. Ya öğrenmiyor, ya da öğrenmeyi reddediyor.
Bildiğini, anladığını küçümsüyor, bilemediğine, anlamadığına hayran oluyor, beğeniyor.
Gizem kişinin hayattan ümidini kesmiş olması ve hayatın doğal akışından elde edilecek mutluluklardan ümidini kesmiş olması demek.
10:12, 18 Nisan 2019
Ne ilginçtir ki, bu şekilde büyülenmiş ve gizemde yaşayan bir insan kendisine doğruları gösteren, onu uyandırmaya çalışan insanları, kendisini uyutan insanlardan da ayırt edemiyor.
Bu nereden çıktı dersen, gelmiş geçmiş bazı kimseleri hatırladım da…
Kimi insanı uyandırmaya çalıştıkça onlar maalesef ayy bu ne veya ayy yeter, ay sıkıldım diye kalpleri soğuyuveriyor.
Eee, Allah ne güzel dilemiş!!!
Uyanmak istemeyen ve günahlarda direnmeleri sebebi ile kalpleri mühürlenmiş kimselerin uyanması da mümkün olamıyor.
Onlara dünyadaki en değerli bilgiyi versek hiç fayda etmiyor. Bir şeyi anlamadıkları müddetçe gizemde kaldıkları müddetçe mutlular ve takibe devam ediyorlar. Ama ne zaman bir şey açık, seçik, anlaşılır, doğru, iyi, güzel olduğu belli ve kanıtlanmış ise, ilgileri sönüveriyor.
Allah ne güzel dilemiş!
İyiye iyi, doğruya doğru, güzele güzel.
Kötüye kötü, yanlışa yanlış, çirkine çirkin.
Herkesin kalbine göre…
Sırat köprüsü bu olsa gerek!
17:25, 18 Nisan 2019
Yukarıda yazdığım su kısmı okuyunca yeni farkındalıklara ulaştım.
***Sizin için deli gibi çalışıyor, sizin peşinizde dolaşıyor, size aşık oluyor***
Bu aslında evlenmek isteyen erkeklerin de bayanların da hayali ve uğraşısı. Evlenmeden önce herkes (hepimiz) bu şekilde karşı cinsi büyülemek, etkilemek için uğraşmıyor muyuz?
Tabii ki bu bir dereceye ve hayırlı bir yuvaya kavuşuncaya kadar doğal. Begenilmek istemek çok doğal bir şey. Ancak bu bir hayat tarzı haline geldiği zaman, yani karşı cinsi etkilemek bir hayat tarzı haline geldiği zaman, işte o zaman kişi gizemi yaşamaya başlıyor.
Ne tesadüfdür ki, karşı cinsi etkilemek isteyen bir insanın kullandığı kimyasal maddeleri ile, parfüm, makyaj, jöle, saçın başın şekliyle, kıyafetler, giysiler, aksesuarlar… ve üstüne üstlük ilginç el kol hareketleri, tavırları, yürüyüşleri, dansları, gülüşleri ile, esrarlı hipnotize etmeye çalışan bakışları ile, bilmece gibi imalı konuşmaları ile ne kadar da Afrikalı köy büyücülerine benzer, değil mi, rengarenk kıyafetler, makyaj, dans, acaip saç şekilleri…
İşte bu da bize kişilerin ilişkilere aşırı düşüp sonra daha da düşüp karşı cinsi etkileme takıntısı ile yaşadıklarında gerçekten gizeme düştüklerini ve işi gizem olan bir büyücüye döndüklerini çok güzel gösteriyor.
Şarkıcıların, artistlerin, o çeşit çeşit ilginç karakterleri, sözleri, tavırları, kıyafetleri, makyajları da hep bu amaca hizmet ediyor.
Övgüler olsun uyandıran, farkettiren Allah’a.
17:56, 18 Nisan 2019
Toplumda gizemin yaygınlığını ‘ilginç kelimelere’ olan hayranlıkta da görebiliyoruz.
En basit örnek kuantum kelimesi. Bu konuda bir makale de yazmıştım.
Bir başka örnek de programcılık mesleği. Devamlı yeni kelimeler türetilmesi gerektiği için insanların hangi kelimeleri tercih ettiğini, hangi yeni isimlerin peşinde ilginç bir gruplaşma olduğunu görebileceğimiz bir dal.
Örnek olarak şu kelimelerin etrafında çok ilginç mistik huşu dolu gruplaşmalar oluşmuştu: xml, responsive (duyarlı tasarım)
Başka alanlarda da bu durum çok yaygın:
Sustainable (sürdürülebilir) yani devam ettirilebilir, bir doğa kaynağını sonsuza dek kullanılabilmesi anlamına geliyor oysa ki bugün kullandığımız şeyi zaten 50 yıl 100 yıl sonra kullanmayacağız. Bu tür bir kelimeye takılmak ve buna hayran kalmak aslında çok saçma bir şey ancak anlıyoruz ki gizemdeki insanlar bu kelimelerdeki gizemli imalı anlamlara, gizemli harf oyunlarına karşı başkalarının anlamadığı bir heyecan duyuyorlar ve bu konuların gönüllü reklamcıları oluyorlar.
Bir ara cloud (bulut) a takmışlardı. Aslında bulut denen bilgisayar sistemleri, iki kat pahalıya mal oluyor ve 2 kat da yavaş. Fakat işte adı mı gizemli, kendisi mi gizemli, bir şey var bir grup insan bunun yaygınlaşması için gönüllü çaba gösteriyor.
21:44, 20 Nisan 2019
Makaleye yazdığınız farkındalıklarınızı okuduğumda makalenin sizde de hala yeni farkındalıklar yarattığını görmek ne de güzel. Ben de sizin farkındalığınızdaki gizemli kelimelerden biri olan sürdürülebilirlik kelimesini duyduğumda nasıl rahatsız olduğumu hatırladım. Zalim patron bizlere sıkça ”Bu sürdürülebilir bir ilişki değil” dediğinde hep çok rahatsız olduğumu ve ‘sürdürmeyelim o zaman’ dememek için zor durduğumu düşündüm. çok şükür anlıyorum ki ben de Allahın izni ile bu gizeme kapılmamışım. 1000 şükür beni DE kollayan Yüce Rabbime. Teşekkürler Funda Hocam
07:45, 21 Nisan 2019
Yine benim farkındalığımdan senin farkındalığın oldu, seninkinden de benim, Özlemi arkadaşım.
Gizeme kanmayan kişiler onları gizemle etkilemeye çalışan bir gizemle karşılaştıklarında, içgüdüsel olarak rahatsız oluyorlar, sinir olmak diyebileceğimiz bir his hissediyorlar. Olayı tarif etmek ve bu gizemi tarif etmek istedikleri zaman da, ‘abuk sabuk hareketler’ ‘abuk sabuk şeyler’ gibi sözlerle hissettikleri yanlışlığı ifade etmeye çalışıyorlar.
Örnek olarak bir bayan başkalarını anlaşılmaz hareketlerle sözlerle etkilemeye ve gizeme düşürmeye çalışıyorsa, uyanık insanlar bu duruma sinir olarak tepki veriyorlar. Içgüdüleri onlara bir şeylerin yanlış olduğunu bu şekilde söylüyor.
Halbuki gizeme kanmaya meraklı insanlar ‘ay ne guzel’ ‘ay ne değişik’ diyerek kapılıp gidiyorlar.
22:28, 19 Mayıs 2019
Gizem’in tanımı:
Gerçeklikten ve gerçek hayattan umudu kesip, olası hiç bir gerçekliği de beğenmeyip, bilmediğinin, bilemediğinin büyüsü ve heyecanı peşinde koşmak.
Bir diğer ifade ile:
Bilinmeyenin, anlaşılmayanın, ulaşılmayanın o değişik ve taze umut ve heyecanını hayat tarzı yapmak.
Bir başka ifade ile:
Bilinemeyenin sonsuz tatlı ve hayat üstü olasılıkları ile merak etmenin enerjisini birleştirerek, hayata tutunacak yeni bir enerji bulmak. Bunun alışkanlığı, takıntısı, çaresizliği, kayıpları, rezilliği, başarısızlıkları ama yine de eğlencesi.
Burada merak ile gizemin farkını anlıyoruz.
Merak, sonunda bilmekle ve iyi veya kötü hayatına dahil etmekle ilgili bir şey. Gizem ise keşfetmemek ve hayaliyle devam etmek üzerine kurulu bir merak çeşidi. Evet o da bir merak ama, eziklkten, çaresizlikten hayallere kaçan bir merak.
15:56, 20 Mayıs 2019
Gizem hayatın her parçasında yaşanabilir, her parçasında içine düşülebilir.
Din konusunda gizeme düşüldüğünde kişi mesela büyü, cin, melek, anlamadan okumalar, bir takım ayinler gibi gizemli şeylerin peşine düşecektir.
İlişkiler konusunda düşüldüğünde kişi, örnek olarak, aşkı, sevgiyi anlaşılamaz, erişilemez bir şekilde yaşamak istiyor. Olağanüstü bir alemden gelen duyguların, heyecanların peşinde koşmayı aşık olmak olarak kabul ediyor. Elektrik, tılsım, kendine has bir hava arayışları vs. şeklinde başgösteriyor.
Para ve geçim konusunda gizeme düşüldüğünde ise, normal yollardan para kazanmak kişiye zor, imkansız, uzak ve heyecansız geliyor. Olağanüstü bir şekilde aniden büyük miktarlarda, alışılmadık, hesaba kitaba gelmeyen, tahmin edilemeyen, öngörülemeyen bir şekilde ve bol para kazanabilecekse bu onu heyecanlandırıyor. Bir defada veya kısa sürede büyük para kazanması gerekiyor ki, kişi harekete geçsin. Bu konuda çok güçlü duyguları var. Kumar, loto, piramit sistemleri (MLM denen sistemler) bu kişilerin kalbini hızlı attırıyor ve bu konularda başkalarının anlayamadığı arzu, istek ve enerjiler hissediyorlar.
Ne tesadüftür ki Mısır’da da piramitler çok gizemlidir, para konusunda da piramitler çok gizemli. Gizem konularında piramitler çok karşımıza çıkıyor ve insanları büyülüyor.
Kumar, loto, kolay ve hızlı para kazanma sistemleri, normal yollardan, hayattan, gerçeklikten umudunu kesmiş insanların düştüğü, bilinmeyenin yalan ve tatlı hikayeleri değil mi?
Ortada bir bilinmezlik, hesaba gelmezlik var. Bir şans var, büyük bir umut var ve olağanüstü bir şekilde helal para kazanmanın kurallarını çiğneyerek ve onun üstüne çıkarak, ondan kurtularak, gerçek hayattan özgür olmak ve olağanüstü alemin sonsuz bolluğuna dokunmak var.
Burada yanlış olan, olağanüstü alemin sonsuz bolluğuna dokunmak değil, bunun için gerekli olanı dahi bilmeden, yapmadan, ilgilenmeden, sadece umut tarafına, heyecan tarafına takıntıyla yapışıp kalmak.
Gerekli olanı bilmemek, yapmamak derken neyi kastediyorum? Olağanüstü alemlere dokunmak için Allah’a sığınmayı ve bunu samimiyetle, devemlı ve sürekli yapabilmeyi kastediyorum.
Olağanüstü alemlerden bir kazanç elde edebilmek, sırat köprüsünü geçmek gibi bir şey. Bu konularda emek harcamadan böyle bir iddiada olmak, kişinin olaanüstü konuları bilmediğini gösteriyor.
Olağanüstü alemlerin anahtarı Allah’ın elinde. Fakat gizem hastalığına bulaşınca kişi, gizemin anahtarını artık hangi cahil üst alem fikirleri varsa oralarda arayabiliyor.
Mesela ilişkilerde gizem bazen çekici karşı cinsi tanrı gibi görme hislerine sebep oluyor, kişi sanıyor ki o kişiye dokunabilirse, sahip olabilirse, olağanüstü aleme girmiş olacak, tüm dertlerinden kurtulmuş olacak.
Kumarda da kişi bazen maddeciliğin, matematiğe, fiziğe tapan aleminde üst aleme çıkmaya çalışıyor. İşi matemetiksel bir olasılık olarak görüp, ya olursa fikrinden umut bekliyor. Buna olasılık tanrısına tapıyor da diyebiliriz.
İnsanlar üst alemi Allah’ın yanında değil de başka bir yerde aramaya başladığında, her üst alemleri aniden çok tanrılı dinlere yani dinsizliğe dönüşüveriyor. Kişi olağanüstü alemde kayboluyor, sahipsiz kalıyor.
Allah aşkına, ‘şans’ diye bir şeyden umut beklemek nasıl bir şey? Allah değil, tanrı değil, melek değil, cin değil. Ne olduğunu kimse bilmiyor. İşte buna Allah’tan uzaklaşıp kaybolmak denir.
Bu bize şans’ın neden tanımsız ve kimsenin açıklayamadığı bir şey olduğunu da anlatıyor.
Allah’a inanmayanların hayalinde yarattığı sahte bir üst alemin bilinmez bir gücü!
16:37, 20 Mayıs 2019
Hayatın birinci parçasında da gizem olabiliyor.
Kişinin kendisi ile ilgili, olağanüstü’ye, bilinmeyen’e sığınması ve kendisinden olağanüstü sonuçlar, olağanüstü başarılar beklemesi.
Sanki kişi kendisi ufak bir tanrı gibiymiş de, artık onu harekete geçirerek her şeyi çözmeye başlayacak.
Aşırı bir ‘ben yapabilirim’ ‘ben neye elimi atsam yaparım’ ‘ben olağanüstü bir şeyim’ ‘ben özelim’ gibi fakat fazla aşırı ve heyecanlı, umutlu fikirler.
Herkesin içinde bir olağanüstü vardır. Herkes imkansızı gerçekleştirebilecek, gizli hazinelere sahiptir. Ancak bu bir takıntı gibi devamlı ve başarısızlık üzerine başarısızlıkla beraber mi gelen bir fikir, yoksa gerçekten kişi içindeki o pırıltıyı mı harekete geçiriyor?
Kişinin olağanüstü güçleri, olağanüstü alemlerle bağlantısı Allah’ın yanında mı, yoksa kişinin kendi hayal ve kuruntularından mı kaynaklanıyor?
Kişi firavun gibi kendini tanrı mı sanıyor, yoksa Musa gibi gücünü gerçeğin ve her şeyin sahibi Allah’tan mı alıyor?
Firavun, bu yanlış inancı ile etrafına dert, eziyet ve zulum saçarken, Musa doğru inancı ile herkese umut, kurtuluş ve özgürlük dağıtıyor.
İşte burada ikisinin arasındaki farkı görebiliyoruz.
Yani olağanüstü alemlerin tanrısını kendisinde arayan insan, elbette Allah’sız kalmış oluyor ve kendisine ve etrafına felaket üzerine felaket getiriyor.
Hitler de kendisine o kadar çok inanıyordu ki, intihar ettiği o son ana kadar, her zaman haklıydı, her şeyi yapabilecek yeteneğe sahipti, insanların ondan başka inanacakları bir tanrıya ihtiyaçları yoktu, o yeterdi.
Fakat bu fikirlerin ortaya çıkardığı acılar, ölümler, savaşlar, zulum, ortada.
Demem o ki, Hitler hatalıydı.
Neden hatalıydı? Çünkü kendisi hakkında gizem’e düşmüştü!
Kendisinde anlaşılmaz bir üstünlük var zannediyordu.
Bazı patronlarda, yöneticilerde, müdür, müdirelerde de bunu görebiliyoruz. Kendilerini herkesten üstün kabul ederler, her şeyi batırsalar dahi onlar her zaman en üstündür, en haklıdır. Hep başkalarının beceriksizliğidir.
Özetlersek…
Hayatın 1. parçasında gizem kişinin kendini tanrısallaştırıp, Allah’tan uzaklaşması demek.
Bu da bize ateistlerin neden çoğunlukla ‘kendini beğenmiş’ olduğunu açıklıyor. ‘Ben çok üstünüm, bana Allah lazım değil’ diyorlar. Kendilerini aşırı beğeniyorlar ve üstün görüyorlar. Ve bu fikri de gizem’e düştükleri ve artık kendilerini tanımadıkları, bilemedikleri için devam ettirebiliyorlar.
Ah bir bilseler, o ‘ben üstünüm’ ‘ben olağanüstüyüm’ tavırları o kadr çirkin ve itici ki. Acaba hiç mi aynaya bakmıyorlar? Kendilerini gözlemleyemiyorlar. Ama yapamazlar, çünkü, kendileri kendileri için bir gizem. Yani bunlara bir şey olmuş ve kendilerini bilemiyorlar, kendilerini göremiyorlar. O yüzden de kendileri hakkında rahat rahat coşabiliyorlar: ‘Ben şöyleyim, ben böyleyim, ben üstünüm, ben olağanüstüyüm, hepiniz uyduruksunuz, hiçbiriniz bir şey beceremiyorsunuz, inançlarınız yanlış, her şeyiniz yanlış.’
Belki de kendilerinin nasıl bir insan olduklarını bir zaman anlamışlar ve kendilerinden o kadar umudu kesmişler ki, kendilerinin olağanüstü ve süper olduğuna inanmaktan başka bir çareleri kalmamış, ki zaten bu da yukarıda verdiğim GİZEM’in tanımı:
Gerçeklikten ve gerçek hayattan umudu kesip, olası hiç bir gerçekliği de beğenmeyip, bilmediğinin, bilemediğinin büyüsü ve heyecanı peşinde koşmak.
17:43, 20 Mayıs 2019
Hayatın 5. parçası yani doğa, bitkiler, hayvanlar ve tüm canlılar.
Bu konuda gizeme düşmek nasıl bir şey?
1- İşin içinde doğa’yı anlaşılamaz bir üstünlükte zannetmek olmalı. Hatta doğa’ya tapmak gibi bir şey olmalı. Çimenin yeşilinde, gökyüzünün maviliğinde, uzak dağların tepesinde sonsuzluğu görmek gibi bir şey. Gün batımında, bulutların renklerinde gizli ülkelere bakıyormuş gibi bir his. Orada güzel bir şey var ama ne olduğunu bilmiyor. Orada bir şey var, orada olağanüstü bir şey arıyor. Bir üstünlük hissi var fakat ne olduğunu bilmiyor.
2- Doğa’dan inanılmaz bir bekleyiş olmalı, ne olduğu bilinmese dahi. Kimbilir belki bir gün bir adada yalnız yaşanacağı hayal ediliyor, belki ormanlarda özgürce yaşamak hayal ediliyor. Dağların tepesine çıkmak hayal ediliyor. Deniz kıyısında geçecek bir emeklilik en azından. Ve üstün, harika şeyler yaşanacak, doğa çok güzel şeyler verecek, şeklinde bir heyecan var kişide. Ve verecek de belki de.
3- Hayatın doğal akışında seyredilen 1-2 filmde, gidilen bir tatilde, belki adında, soyadında doğa’dan göz kamaştırıcı ışıltılar, selamlar var. Doğa ile ilgili çok güzel sahneler, mutluluklar, olaylar, ya da belki korkular, uyarılar, çirkinlikler. Tamamen tesadüf ama maalesef kişi bunu yaşamış ve inanmış. Çünkü bir şey hissetmiş. Bir mesaj aldığına inanmak istiyor.
4- Kişi doğa’ya baktığı zaman, açıklayamadığı, anlayamadığı bir güzellik hissediyor. Hayvanları, bitkileri anlayamıyor, bunlar bir ruh mu, bir makina mı, bir uygarlık mı? Düşünceli bakarken bir şey düşünüyorlar mı, hissediyorlar mı? Bir ağaç kendisinin kocaman boyunun posunun farkında mı, yoksa bilinçsiz mi? Deniz neden bu kadar mavi ve güzel? Gökyüzü neden bu kadar güzel? Papatyalar neden bu kadar güzel? Kişi bunları da fazlaca merak ederse, anlayamadığı bir alemde buluyor kendisini.
Tüm bunlar birleşince, işte doğa konusunda gizem’e düşmüş bir insan. Belki bir çevreci, belki bir şair, belki bir kuş besleyicisi, belki bir gül meraklısı.
Tüm bunların ne sakıncası olabilir diyeceksiniz.
Doğa konusunda gizemli bir sevgi tadamaz mı insan?
Olabilir. Hayatın diğer parçalarına zarar vermediği müddetçe, doğa sevgisini din yerine koymadığı müddetçe, belki de kabul edilebilir bir zaaf diyebiliriz. (Belki de.)
19:58, 20 Mayıs 2019
Doğa sevgisini din yerine koymak deyince, mesela bazıları der ki tabiat ana böyle yaptı, doğanın gücüyle şöyle şöyle oldu, doğa bize neler getirecek, biz onu kirlettik o bizi cezalandırıyor gibi, yani burada da doğayı bir kişiselleştirme, sanki doğa bilinçli bir varlıkmış gibi bir tavır var. doğal olaylara, afetlere karşı hem korku hem hayranlık duymak. Bu da sanki doğayı din yerine koymak gibi. Tabi aslında doğayı inceleyip onda Allah’ın yüceliğini görüp fark etmek olması gereken. Allah bizi, hayatın 8 parçasında da Allahı hisseden, öven, sığınıp teslim olan kullarından eylesin.
22:06, 20 Mayıs 2019
Aynen katılıyorum Fatoş arkadaşım. Ne güzel söyledin. Sağ olasın var olasın.
Gerçekten de insanlar Allah’a, din’e aç, fakat bunun için doğa’yı çaktırmadan kişiselleştirip, tanrılaştırmaları hiç de iyi olmuyor.
Kuran’dan bir ayet aklıma geldi, onu da buraya getireyim, çünkü hayatın her parçasında Allah’ı bırakıp gizem’e düşen insanların halini çok güzel anlatıyor:
Gök gürültüsü 14 (rad: gök gürültüsü)
Gerçek dua yalnız O’na/hak davet yalnız O’nun için yapılır. O’nun dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler. Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama suya ulaşamayan birinden başkasına benzemiyorlar. Küfre sapanların dua ve davetleri, şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz.
Hazır bu ayeti getirmişken, bir önceki ayeti de okudum, o da gök gürültüsü ile ilgili ve doğa konusu ile ilgili olduğu için, anlamlı olduğunu ve konumuzla ilgili olduğunu düşünüyorum, onu da getireyim:
Gök gürültüsü 12-13
Size, hem korku hem ümit olsun diye şimşeği gösteren O’dur. Yüklü yüklü bulutları da O oluşturuyor.
Gök gürültüsü O’nu hamd ile tespih eder; melekler de O’ndan ürpererek… Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Allah, tuzak kuranların hilelerini başlarına geçirmede çok güçlü olduğu halde, onlar O’na karşı mücadele edip duruyorlar.
Ve madem bunları getirdim, Gök gürültüsü bölümünün ilk ayetlerini de getireyim, çünkü adıyla da her satırıyla da hem gizem’i anlatıyor, hem de bizi gizem’den çıkarıyor.
1: Elif, Lâm, Mîm, Râ. O Kitap’ın ayetleridir bunlar. Ve sana Rabbinden indirilen, haktır. Ne var ki, insanların çokları iman etmezler.
2: Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları… Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş’i ve Ay’ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O… Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız.
3: Yeri uzatıp döşeyen ve onda oturaklı dağlar ve nehirler vücuda getiren O’dur. Bütün meyvalardan kendi içlerinde ikişer çift yaratmıştır O. Geceyi gündüze sarıp bürümektedir O. Bütün bunlarda derin derin düşünecek bir topluluk için elbette ayetler vardır.
4: Yeryüzünde birbirine sırt vermiş komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla sulanırlar. Biz bunların, yemişlerde bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Bütün bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ki ibretler vardır.
5: Eğer şaşıyorsan, esas şaşılacak olan onların şu sözüdür: “Biz toprak olunca mı ve gerçekten mi yeni bir yaratılış içinde bulunacağız?” Bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. Ve bunlar boyunlarına bukağılar vurulanlardır. Bunlar ateşe dost olanların ta kendileridir; orada sürekli kalacaklardır.
6: Senden, güzellikten önce kötülük istemede acele ediyorlar. Halbuki önlerinden pek çok örnek gelip geçti. Şu da bir gerçek ki, Rabbin insanlara karşı, zulümlerine rağmen af sahibidir. Ve Rabbinin azabı elbette çok şiddetlidir.
7: Küfre sapmış olanlar şöyle derler: “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” Sen sadece bir uyarıcısın ve her topluluk için doğruyu ve iyiyi gösteren bir önder vardır.
8: Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye bağlıdır.
9: Gaybı da görünen âlemi de bilendir/Âlim’dir O… Kebîr, sınırsızca büyük O’dur; Müteâl, sonsuzca yüce O’dur.
10: Sizden, sözü saklayan da açıklayan da geceye sığınıp gizlenen de gündüz yol alan da onun için birdir.
11: Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz.
Bizi nasıl da gizem’e karşı uyarıyor ve gizem’den çıkarıyor…
En başta ADI: Gök gürültüsü, o insanların korktuğu ve aniden oluveren, gizemli, nereden geldiği bilinmeyen ama dokunduğunu yakan o korkutucu güç, bilinmezlik, olağanüstülük ve gizem’in özelliği olan kişinin yanlış bir hedefi tanrı yerine koyma ve boyun eğme heyecanı.
1) İlk ayetinde ‘Elif, Lam, Mim, Ra’ diyerek, Allah insanoğlunun gizem zayıflığına ŞIRRRAKK diye bir tokat atıyor ve diyor ki, ‘Eğer bir şeyi anlamıyorsan, anlamıyorsun, bunu kabul et ve yüzleş, senin anlamadığın bir şeyler var, olabilir. İlla da kafayı takıp da gizli manalar çıkarma.
Bilinmeyende bir şey aramak, gizem’in en büyük özelliklerinden birisi. Yani bu hem bir tokat, hem bir egzersiz, hem bir uyarı, hem de bir uyandırış. ‘Sana ben şimdi sırlar vereceğim, ama bilmediğin konular varsa bilmiyorum, en iyisini Allah bilir diyeceksin, bunu senden bekliyorum.’ BU GİZEM’DEN ÇIKMANIN BİRİNCİ ANAHTARI: Yani bilinmez konulara, bunu bilmiyorum, Allah biliyor deyip, işine gücüne bakabilmek.
Şu bir gerçek ki, Allah bizim bilmediğimiz şeyleri bilir, bizim tanımadığımız alemleri tanır, bizim anlamadığımız, idrak edemeyeceğimiz şeyler yapabilir. Bizim bunu farkettiğimiz anda, ‘Evet bu bilinmez bir şey, en iyisini Allah bilir’ diyebilmemiz lazım.
2-3) Allah diyor ki, ‘Ben gizem değilim. Beni gizem’de görmeye çalışmayın, beni hayatın içinde, açıklıkta, netlikte, hayatın düzeninde, gerçeğin ta kendisinde görün, çünkü ben oradayım.’
Allah kendisini kullarına karşı, bolluğun, bereketin, açıklığın tarafında olduğuna karşı uyarıyor. Ayrıca diyor ki, hayatın düzeninde gizem aramayın. O bir DÜZEN’dir, her şey açık ve nettir, bir ölçüye bağlıdır. Bunlarda gizem arayıp, bunları tanrısallaştırmayın.
4) Burada açıklık, netlik ve gizem’den uzaklık tekrar vurgulanıyor ve yeni bir kavram olarak tüm nimetlerin bir tek suyla çıkabilmesi gibi, inanılmazlıklarla karşılaşsanız dahi, bu gizemli bir şey değildir, bir düzen’e bağlıdır. Afallayıp, şaşırıp karanlıklara, cahilliklere dalmayın.
Ayrıca bazı nimetler bazı nimetlere göre üstün kılınmış, demek ki hayat eşit dağılımlı değildir, bazen harika şeyler olabilir, bazen vasat şeyler olabilir, bundan manalar ve hayatın gizemli tarafları olduğunu çıkarmayın. Düşünüp taşınarak, bunları inceleyebilirsiniz, fakat gizem çıkarmayın.
O zengin, ben fakir, demek ki onda üstün bir şeyler var. Ya da ben zengin o fakir demek ki ben ondan üstün bir varlığım, şeklinde olağanüstü güç hayalleri yaratmayın.
5) Sakın ola ki gizem’e düşsek ne olur demeyin, çünkü düşünce sonunda cehenneme düşülebiliyor. Konu sadece Allah hakkında ve hayat hakkında gizemli sanılara sapmak değil, bir de bunun gittikçe düşüşü ve en derinlere, en kötü yerlere, en kötü durumlara inmesi var. Ve demeyin ki, nasılsa öleceğiz, bir kaç sene gizemde yaşasam ne olur? Çünkü ölümden sonrası da var, bu işin devamı da var.
6) İnsanlar Allah’ın kendilerine sunduğu açık ve ferah güzelliklere rağmen, illa da gizem’in karanlık hokus-pokus’una düşkünlük gösterirler, geçmişte bunu bir çok toplum yaptı ve yok oldu gitti, ama yine de insanlar iyi olanın değerini bilmemekte ısrar edebiliyorlar.
7) İstiyorlar ki, peygamberler etrafa büyüler yapan rengarenk büyücüler gibi olsun ve gizemle onları heyecanlandırsın. Peygamberin hayata davet eden o berrak dini değil de, olağanüstü bir şeyler yaşayıp heyecanlanacakları, gözlerinin önünde hayatın allak bullak edildiği bir gücü yaşamak istiyorlar.
8) Gizem’in üzerinde ilişkiler vardır, eğer ilişkilerde ve sonuçta doğacak çocuk hakkındaki beklentileriniz de dahil, eğer azgınlaşırsanız, çirkinleşirseniz, gizem’e düşersiniz. Bu gizem’e düşmenin yoludur. İlişkilerde yanlışa aşırı düşen eninde sonunda gizeme düşer. Doğacak çocuk konusunda erkek-kız, şöyle olsun, böyle olsun diye kafayı takarsanız, eninde sonunda kendinizi gizem’de bulursunuz.
9-10) Sizin bilinmeyen, gizemli dediğinizi de Allah bilir, bilinen, açık net dediğinizi de Allah bilir. Sizin gizlediğinizi de bilir, sizin açıkladığınızı da bilir. Allah’ın yanında gizem’in yeri yoktur, çünkü Allah her şeyi bilir. Ve siz de yön olarak Allah’ı seçin ki, gizem’de kaybolmayasınız ve açıklığa, netliğe kavuşasınız.
Allah diyor ki:
Ben güçlüyüm, ben kuvvetliyim, bana güvenebilirsin. Ben seni korurum, ben seni iyiye, güzele ulaştırırım. Benim yanımda gizem sana zarar veremez çünkü benim için gizem yoktur.
11) Korkma, ben her şeyi biliyorum, her yerde gözüm var. Hem ben bilirim hem de benim için gözleyenler, yani benim gözlemekle görevlendirdiğim kullarım da var. Gizem’de fazla dolaşıp durmayın, bu sadece şahsınızı ilgilendiren bir şey değil, bu toplumu da ilgilendirir ve batırır. Sakın ola ki, ben gizem de eğleneyim, toplum hayatını devam ettirip, bana bakar, beni kollar demeyin. Sen gizem’e düşersen, toplum da yavaş yavaş düşer ve hepiniz batarsınız. Sonra sırtını dayadığın toplumu da kaybedersin.
Kişiler neyse toplum da o olur. Ahmet gizem’e düşmüşse, bu öyle veya böyle Mehmet’e de dokunur. En azından Mehmet’in oğlu da ateist olur, Ahmet’in videolarını seyredip.
12-13) Beklenmedik, olağanüstü bütün güçler, iyilikler ve kötülükler Allah’ın kontrolündedir, O’nun hakimiyeti altındadır. Gizem’e bulaşıp da gizemli alemlerde başka güçler, başka koruyucular bulacağınızı zannetmeyin.
Allah’ın sevgisini de öfkesini de ne fiziksel evren, ne matematik, ne bilim, ne ilişkiler, ne doğa, ne de kişinin kendisi durduramaz.
Dağları, taşları, uzayı, hücreleri, genleri, fiziği, matematiği, araştır, çöz, bul, ne güzel. Biyoloji formülleri, matematik, fizik formülleri. hepsi ne faydalı konular. Ancak, niçin bu araştırmalarından Allah’ı gereksiz kılacak, Allah’ı yenecek, ya da onu bertaraf edecek sonuçlar çıkarmaya çalışıyorsun? Niçin açık ve net bir bilimsel araştırmayı, iyiliğin timsali olan Allah’a bir anti-tez bulmak için kullanıyorsun?
Matematiği kullanarak Allah’ın olmadığını ispat etmeye çalışmak GİZEM’den başka ne ki? Karanlıklarda olağanüstü alemleri aramaktan başka ne ki? Allah’ın olmadığını nerede ararsak arayalım, bu kara büyüdür gizemdir. Çünkü Allah aydınlıktır, güzelliktir.
Matematiği, jeoloji’yi kullanıp Allah yok diye sonuca varan, aslında gözünün önündeki açık ve net gerçeği inkar edip, gizem sanatının karanlıklarıyla uğraşmaktadır.
Allah islah etsin!
Yok efendim, jeoloji vs taşlara bakınca görmüş ki dünya milyonlarca yılda oluşmuş, Kuran 6 gün diyormuş, demek ki yalanmış, Allah yokmuş.
E, Kuran’da Allah katındaki bir gün, sizin saydığınızla aynı değil diyor zaten.
E, sen din denilen devasa iyilik, yardım, ahlak, birlik projesini alıp da Allah var mı yok mu diye bir bilmeceye indirgersen, nerede senin iyi kalbin? Sen körsün o zaman. Sen iyilik peşinde koşanlardan değilsin o zaman.
Farzedelim ki, ücretsiz hizmet veren bir hastanenin müdürüne, birisi koşa koşa odasına çıkıp diyor ki yüzüne, ‘Sen yoksun’ Müdür de ona bakakalıyor. Tövbe tövbe, kardeşim, konu bu mu? Biz burada ömür geçiriyoruz, insanlara iyilik yapmak için, yardım etmek için, onları iyileştirmek için. Burası bir koskoca hastane, sen de içindesin. Üstelik de ben de karşındayım, gözünün önündeyim ama senin tek derdin ben var mıyım, yok muyum…
Bu nasıl bir saçmalık.
İşte ateistlerin bir türlü farkına varamadıkları ama düştükleri o komik durum.
22:26, 20 Mayıs 2019
Gizem’den çıkmak, gizem’den kurtulmak isteyen bu sureyi, yani Gök gürültüsü suresini okusun.
Her bir ayeti, bizi gizem’den kurtaracak güzelliklerle ve derslerle dolu.
Tabii en başta Allah’a sığınıp okumak gerek.
23:40, 22 Mayıs 2019
Eğitim ve kültür hayatında gizem ülkemizin büyük bir derdi. Taaa Osmanlı zamanından beri öğretmenlerimiz ve fikir insanlarımız maalesef bilmece gibi konuşarak, ağır kelimeler kullanarak, gerçek alemin üstüne çıkmak ve anlaşılmadan hayran olunmak şeklinde bir gizem tuzağına düşmüşler.
Osmanlı’da günlük konuşma dilinin, bilim ve sanat dilinden farklı olması sebebi ile, (bilim ve sanat Arapça-Farsça ağırlıklı, günlük konuşma Türkçe ağırlıklı) herkesin her şeyi anlayamadığı ve anlamadan hayran olmakla yetindiği bir toplum ve eğitim düzeni kurulmuş.
Bu şekilde korkunç bir gizem alışkanlığı yerleşmiş, çünkü bir şeyleri anlamadan ondan ümit beklemek, ve hayatı anlaşılmayan şeylerin yol göstermesiyle yaşamak, gizem’in ta kendisi. ‘Anlayamıyorum, bilemiyorum, merak ediyorum, demek ki bu harika bir şey.’ İşte bu fikir bütün toplumumuza yerleşmiş.
Osmanlı’nın geometri kitabı, o kadar ağır bir dille yazılmış ki, öğrenciler hiç bir şey anlamıyorlarmış. Fakat toplumsal alışkanlık gereği bu konudan kimse şikayetçi değilmiş. Yaşasın anlaşılmaz, üstün, gizemli geometri. Atatürk, şahsen kendisi, üçgen, uzay, gibi geometri terimlerini oluşturarak ve Türkçeleştirerek, geometri’yi olağanüstü alemlerden, gerçek aleme indirerek, öğrencilere kazandırmış.
Bölme, çarpı, çember, dikey, piramit, eşit, beşgen, oran, açı, köşe, kare ve benzeri Türkçe kelimeleri oluşturarak, geometri ve matematiği, gizem’in yalan üstünlüğünden kurtararak, gerçek hayatın anlaşılabilirliğine geri döndürmüş.
Aynı şekilde din konusunda da Osmanlı’da inanılmaz boyutlarda zor ve anlaşılmaz kelimeler kullanma, öğrencileri tarafından anlaşılmamaktan gocunmama, anlaşılmamaktan ve zor anlaşılmaktan üstünlük yaratma hastalığı, yani gizem’in tüm çeşitleri yaygınmış.
Yine Atatürk, önce Kuran’ın Türkçe tercümesini isteyerek, İlahiyat fakültelerini kurarak ve benzeri çabalarla, dini Allah’ın kastettiği açık ve net haline geri döndürmeye çok uğraşmış.
İyi bir öğretmen, içgüdüsel olarak, öğrencileri tarafından anlaşılmanın önemini bilir. İçgüdüsel olarak anlaşılacağı bir şekilde ve anlaşılır kelimelerle konuşur. Karşılığında da iyi eğitim görmüş, başarılı öğrenciler elde eder.
Maalesef kötü niyetli veya başarısız öğretmenler, öğrencilerini eğitmek yerine, onları hayran bırakmak, onları küçük düşürmek veya kendini büyük göstermek adına, ya da küçük düşmemek için, anlaşılmama yolunu, zor anlaşılma yolunu seçebiliyor. Zor anlaşılmayı, ya da anlaşılmaz kelimeler kullanmayı bir üstünlük, kendini ispat etme, ya da beğeni toplama yolu olarak kullanabiliyor.
Maalesef gizem’e eğilimli öğrenciler de, kendilerine zor ve anlaşılmaz konuşan öğretmenlere hayranlık gösterirken, anlayabildikleri açık ve net öğrenmenleri ise beğenmeyip, onları sorgulayıp, onları ince ince eleştirip, sınavdan geçirip, zayıf noktalarını arayıp, açık ve net konuşmayı pişman olunacak bir hareket haline getirebiliyorlar.
Yukarıda verdiğim surede, özetle, ‘siz kendinizi düzeltmedikçe, toplum olarak düzelemezsiniz’ derken anlıyoruz ki, biz birey olarak, açıklığa ve netliğe yapışmadıkça, ve gizem’den köşe bucak kaçmadıkça, bize de buna uygun öğretmenler, liderler gelecektir.
Atatürk, Allah’ın istisnai bir lütfu idi. Sanırım bunun hepimiz farkındayız. Toplumun genelinde gördüğümüz çoğunluk öğretmenler ve öğrenciler, gizeme çok eğilimliler. İstisnaları, yani açık ve net insanları gördüğümüz zaman onları gerçekten kollamamız, korumamız, ve değerlerini bilmemiz gerekiyor. İşte ancak o zaman, o istisnalar yaygınlaşacak ve istisna olmaktan çıkacak, ve bu ayeti biz gerçekleştirmiş olacağız. Allah ülkemizin yardımcısı olsun.