Yaptığımız İşi Neden Yapıyoruz?
Hayat bazen anlamsız bir yarış gibi görünüyor mu size de?Al, al, al, öde, öde, öde… Faturalar, faturalar, faturalar…
Nereye bakarsak, güzel güzel ürünler, güzel güzel hizmetler.
Ve reklamlar, reklamlar, reklamlar…
Sadece reklamlar da değil, diziler, filmler, haberler, komşular, hatta kardeşler, arkadaşlar, akrabalar…
Onun şusu var, benim buyum var.
Şunu istiyorum, bunu istemiyorum.
Sanki hayata satın almak ve fatura ödemek için gelmişiz.
Hayat böyle göründüğü zaman, yaptığımız işi de sadece “para kazanmak” için yapıyoruz gibi görünüyor.
Bir işi para kazanmak için yapmak demek, o işi “faturaları ödemek” için “istediğimiz şeyleri satın almak için” yapmak demek.
Tabii ki bunda da aslında bir kötülük yok.
Problem, yaptığımız işi yapmak için bundan başka bir amacımız yoksa, veya bu amacı unutmuşsak başlıyor.
Oysa ki, hiç bir iş aslında sadece para kazanmak için yapılmıyor.
Yaptığımız işi neden yaptığımızı çok ama çok iyi bilmek ve bunu hiç unutmamak, hem anlamlı bir hayat yaşamamızı hem işimizi hevesle yapmamızı, hem de yaptığımız işte çok ama çok başarılı olmamızı sağlıyor,
Hayat anlamsız bir yarış gibi görünmeye başladığında, ben hemen gerçeği, hayalimde canlandırdığım şu hikaye ile kendime hatırlatırım:
Çok eski zamanlarda, henüz ayakkabı üretim ve satışının hayal bile edilmediği taş devri vs. zamanlarında, pek çok insan bastığı yere dikkatle bakarak, keskin veya sert bir şeye basmamaya dikkate ederek yürüyormuş.
Bir gün bir kişi ormanda yürürken ayağına kocaman bir diken batmış. Günlerce süren, yürüyememek, can acısı ve çaresizlik, (Allah’ın yardımı ile) bu acıları bir daha yaşamamak ve diğer arkadaşlarının da yaşamaması için, ayağına bir kap, bir kılıf yapma fikrinin bu kişinin aklına ve kalbine doğmasına sebep olmuş.
Çünkü bu kişi, yaşadığı olaya, öfke, nefret, içerleme, dinmek bilmeyen keder ile veya “Niye benim başım geldi?” “Bu haksızlık!!” şeklinde değil de, alacağı bir ders olduğunu bilerek ve şükrederek bakmış.
Ve aklına ve kalbine doğan bu harikulade fikirle çevreye bakınca, tam da uygun bir şekilde bir “ayak kabı” veya “ayak zırhı” yapmasına yarayacak malzemeler görmüş.
Sonra azimle çalışıp, kendine bir ayak zırhı yapmış.
Şimdi yine beraber hayal edelim. Bu kişinin bu kendi ürünü ayak zırhı ile, henüz diğer tüm insanların ayakları çıplakken insanların yanına çıkışını düşünebiliyor musunuz?
Tabii ki pek çok bakışlar kişinin ayağına gitmiş.
Gülenler, alay edenler, küçümseyenler de olmuş.
“Bu ayağındaki şey ne?” diye sorup, kişinin hikayesini, diken batınca nasıl canının yandığını, günlerce yürüyemediğini ve sonunda bu “ayak zırhı” fikrini bulup ortaya çıkarttığını, artık rahat rahat yürüyebildiğini öğrenenler de olmuş.
Bu hikayeyi öğrenenler arasında, eleştirenler, “Kesin doğru değildir.” “Yalandır, bu zırh hiç işe yaramıyordur.” diyerek inanmayanlar da olmuş.
İnananlar arasından ise bazıları, “Ben de bu ayak zırhından istiyorum, ya bana da yap ya da nasıl yapacağımı göster.” demiş. “Ben de sana karşılık olarak topladığım şu meyveleri vereyim.”
Zaman içerisinde de bu “Tamam ben sana ihtiyacın olan ayak zırhını vereyim, sen de bana meyve ver, beraber yaşayalım, beraber büyüyelim.” anlaşması, pek çok insan araya girmeye başlayınca, “Karşılık aracı olarak şu madeni kullanalım ki, ihtiyacımızı ihtiyacımız olan zamanda alabilelim.” şekline dönmüş ve parayı icat etmişler.
Para sadece bir teşekkür aracı, bir karşılık verme, yardım etme aracı.
Hayat anlamsız bir yarış değil.
Hayat bir öğrenme, doğruyu bulma, birbirimize yardım etme, hizmet etme, beraber büyüme ortamı.
Ne zaman ki anlamsız bir yarış gibi görünmeye başlıyor, hemen yaptığımız işi neden yaptığımızı hatırlamamız lazım.
Bu taş devrindeki arkadaş için, hem kendisi, hem de ürün sunup hizmet ettiği diğer arkadaşları için bakarsak, bu arkadaş yaptığı işi neden yapıyor? Ürün sunup, hizmet verdiği insanlar neden ona geliyor?
- Ayaklarını güvenle yere basabilmek için,
- Ayaklarını soğuktan, sıcaktan, dikenden, keskin şeylerden, ısıran böcek veya hayvanlardan korumak için,
- Hayatta rahat rahat yürüyebilmek için,
- Hayatta rahat rahat koşabilmek için,
- Rahat ayakları sayesinde gidebildiği, görebildiği yerler ve insanlar sayesinde harikulade bir hayat yaşayabilmek için.
Bu hikayede dikkat etmenizi istediğim nokta, bu kişinin kaç tane açılan kapıdan geçtiği…
1- En birinci açılan kapısı aslında yaşadığı o acılı olaydı.
Hayatta acılı bir olay yaşayıp da, bu olaya, öfke, nefret, içerleme, keder veya “Niye benim başım geldi?” “Bu haksızlık!!” düşünce, duygu ve inançları ile bakan o kadar çok insan var ki…
O olayı veya olayları bir hayat dersi, bir şükretme vesilesi olarak görmek, açılan bu kapıyı hakkını vererek geçmek demek oluyor.
2- Arkasından açılan kapı, aklına gelen o “ayak zırhı” fikri.
Hayatta aklına gelen harikulade bir fikri, boşverip “Ne saçma!” diyerek kendini, Allah vergisi yeteneklerini ezen o kadar çok insan var ki.
3- Bu kişinin 3. açılan kapısı, gözünü açıp çevreye bakınca gördüğü bazı malzemeler ve bunları azimle kullanarak çalışıp, bir ürün ortaya çıkartması idi.
Hayatta çevresindeki araçları boşverip aldırmayan, açılan bu kapıyı kapatan o kadar çok insan var ki.
Günümüzde bu araçlar, bir kitap, bir kurs veya bir okul da olabiliyor. Maddi veya manevi her değer ürün çıkartmak için bir kapı olabiliyor. Azimle çalışıp ürün çıkartmak, ders çalışıp öğrenmeyi de içerebiliyor.
4- Dördüncü açılan kapı, bu ürünü veya hizmeti insanlara sunmak. Kendine, ürününe, hizmetine güvenmek, değer vermek.
Eleştirden, alaydan, küçültmelerden korkmamak.
Tekrar tekrar, tekrar tekrar insanların karşısına çıkmak, taa ki onu kabul edecek, sevecek, ürünlerini severek kullanacak, bunlar için kendisine bir teşekkür, bir ücret, bir karşılık vermekten gocunmayacak, bunları severek yapacak o insanlara ulaşana kadar.
Hayatta bu kapıdan geçmeden havlu atıp, pes edenler o kadar çok ki.
“20 iş başvurusunda bulundum, hepsi ya reddetti, ya da cevap bile vermedi. İş bulmakta hiç umudum yok.” Bunu söyleyen bir kişi 4. kapıyı kapatmış oluyor. Demek ki 40, 50, 100 başvuru yapacağız. Veya 1000. Ama umudumuz, güvenimiz her zaman orada olmalı.
5- Hiç ama hiç unutmamalıyız, eğer yaptığımız işi neden yaptığımızı her zaman bilirsek, eninde sonunda,- topladığı meyveleri bizimle paylaşmak isteyen,
- karşılık olarak da bizden, bizim ürettiğimiz o her ne ise – yukarıdaki örnekteki “ayak zırhı” veya benzeri- ürünümüzü bizden almak isteyecek,
- bize inanan,
- bizi seven,
- hayatı bir yarış olarak değil de meyve toplamak, paylaşmak, üretmek, hizmet etmek, beraber büyümek, gelişmek olarak gören,
- ayağını güvenle yere basmak ve harikulade bir hayat yaşamak isteyen,
o insanlarla yolumuz mutlaka ama mutlaka kesişecektir.
Bu insanlara TEZ zamanda ulaşmanızı, yukarıda bahsettiğim 4 kapıdan Allah’a sığınarak geçmenizi ve tüm bu çabalarınızın ödülünü 5. kapıda, sizi seven, sizi sayan o insanlarla beraber olarak almanızı, harikulade bir hayat yaşamanızı dilerim.
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
10:48, 8 Kasım 2010
Bizlerin aklına, gönlüne, yüreğine hitap eden ve hayatın gerçeklerini farketmemizi sağlayan tüm paylaşımlarınız için sonsuz teşekkürler…
13:57, 8 Kasım 2010
Çok güzel bir anlatım. Harika, bayıldım. Allah razı olsun…
19:51, 27 Kasım 2010
Deniz ve Betülcan arkadaşlarım,
Sizler de sağ olun, var olun.
20:03, 30 Nisan 2011
Bu yazımı ben de çok seviyorum ve arada sırada tekrar okumak beni yine düşüncelere sevkediyor.
Şahsen benim hayattaki ürünüm, “Kalp Zırhı”
Tüm yazılarımda, okuyan arkadaşlara bu kalp zırhını öğretmeye, vermeye, anlatmaya çalışıyorum.
Çeşit çeşit yollardan da anlatsam, sonuç aslında hep aynı: Kalp zırhınızı her zaman kullanın.
Kalbinizdeki şükür, sevinç hep orada olsun. Allah’ın lütufları karşısında memnuniyet ve teslimiyetinizi hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyin.
Ayak zırhı ile Kalp zırhı…
İkisi de hayatta ayağımızı sağlam basmamıza sebep oluyorlar.
Ancak, ayak zırhı, elle tutulup, gözle görülüp, ayağa giyilebiliyorken, kalp zırhı, sözle, duyguyla, düşünceyle, yazıyla tarif edilebiliyor, anlatılıyor ve anlaşılıyor.
Ve insanlar, ayak zırhı için, topladıkları meyvelerini (paralarını :D) kolaylıkla verebiliyorlarken, kalp zırhı için, nasıl desem, cimriliğe veya bedavacılığa çok kolay kapılabiliyorlar.
Bu vesileyle, meyvelerini benimle de paylaşan tüm dostlara sevgiler selamlar gönderiyorum.
O tatlı meyveleriniz, kalp zırhımı daha da sağlamlaştırdı.
Sevmek ve sevilmek ne güzel.
İnanmak ve inanılmak ne güzel.
Sağ olun, var olun.
18:15, 27 Şubat 2012
Bir vesile ile bu yazımı bugün tekrar okumak nasip oldu.
Yine düşüncelere dalıp gittim.
Sanırım benim hayattaki ürünüm, aslında ‘kalp zırhı’ değil de, ‘akıl ve kalpte temizlik’
Akıl ve kalpte temizlik derken, bu hem eve temizliğe gelen temizlikçi hanımlarının hizmetine benziyor, hem de satın aldığımız temizlik araçlarına, süpürge, paspas hatta çamaşır makinesi, deterjan.
Aslında makalede anlattığım hikayeyi ‘ayak kabı’ yerine sabun, süpürge vs ile de anlatabilirmişim.
Bu makaleyi tekrar okumama vesile olan Hale arkadaşıma da çok çok teşekkürler.
14:13, 9 Ağustos 2019
Bu makalenizi bugün yeniden okudum hiç yorum yapmamış olmam ne kadar ilginç.Çok güzel anlatmışsınız.Ben de buradan anlıyorum ki ne yaparsak yapalım neden yaptığımızı bilerek yapmakta büyük fayda var.Bilinçli olmak bugün de şimdi de yaşamak ve her anımıza şükretmek.Umudu kaybetmek bizlere yakışmıyor şükredenlerden ve anlayanlardan olmaya niyet ederek çok teşekkr ediyorum.
17:58, 18 Ağustos 2019
Sayende ben de tekrar okudum bu yazıyı Özlemi arkadaşım.
Bu makalede en sevdiğim yer para’nın ortaya çıkış şekli. Para’nın amacı. Ve aslında para’nın bir araç olması.
Amaç iyilik, doğruluk, güzellik, yardım, mutluluk, huzur, sağlık, yükselmek, ileri gitmek, gelişmek, karşılık vermek, sevgi, saygı, güven vermek.
Sağ olasın var olasın.