Satranç kötü mü?

Geçenlerde, çok sevgili maraton arkadaşlarımla aramızda bir konuşma geçti satranç hakkında ve bu konuşmaları da makaleye almak istedim ki, ilgilenenlere, dileyenlere, Allah’ın da dilediği, faydalanmasını istediği insanlara faydalı olsun, yardım etsin.

Allah da iyi, güzel, doğru niyetlerimizi kabul etsin, razı olsun.

******************************************

Haberleri takip etmemek ve okumamakla birlikte, geçenlerde gözüme ilişmişti bir hoca, (Cüppeli deniyor) satranç oynayanlara, ve satranca günah demiş, tavladan, kumardan daha kötü demiş.

Ben biliyorsunuz her şeyi öyle hemen reddetmem de hemen kabul de etmem ama ÖNCE Allah’a sığınıp anlamaya çalışırım.

Ve anladığım şeye göre de bir karar vermeye çalışırım.

Uzun lafın kısası, bu konuya da aslında öyle kafayı takmadım ama, anlamak istedim. ‘Ne diyor?’ diye ve Allah’a sığındım.

Tabii satranç, tavla ve kumarla ilgili benim kendi şahsi tecrübelerim de var.

Bir makalede anlatmıştım, çocukken bir ara ÇOK İYİ tavla oynamıştım. Allah affetsin, her önüme geleni yeniyordum, herkes benimle oynamak için sıra bekliyor, yenildikçe daha da oynamak istiyorlardı vs vs. belki ben hayattaki ilk veya ilk başlardaki çekim yasası ve niyet derslerimi oradan almış olabilirim diye bile düşünüyorum tövbe etmekle beraber.

Çünkü NİYETLE oynuyordum oyunu. Niyetle zarı atıyor, niyetle taşları oynuyor, niyetle oyuna başlıyor ve her adımı niyetle atıyordum. Ve sürekli kazanıyordum. Tövbe tövbe. :)

Sonra bir gün kulağıma su kaçmıştı ve bir gece ateşlenmiştim ve o gece kabus gibi mi dersiniz, sanrı gibi mi bütün gece kafamda tavla oynamıştım, 4-2 tak tak, 5-5 tak-tak, 6-4 tak tak ve o kadar kötüydü o kadar kötüydü ki, ne yalan söyleyeyim o geceden çıkamayacağım bile sanmıştım acıyla ve korkmuştum da tavlaya bu kadar hakim ve meraklı olmaktan. Allah korusun. Ve ertesi gün iyileşince de tövbe ettim, bir daha galiba ya hiç oynamadım, ya da öyle bir şey. :D

Sonra bir ara ben niye satranç oynamıyorum, hani akıl açar falan derler ya, bir satranç kitabı da almıştım. Bir komşumuzun çocuğu da satranca meraklıydı, onunla 3-5 kere oynadım. Bir de yenilerde, bir tanıdığımızın çocuğu çok seviyordu satranç, çok oynamak istiyordu onlara gittiğimde. Onunla da 3-5 defa oynadım. O da yenildikçe tekrar tekrar oynamak istiyordu ve ben de bilerek yeniliyordum, ‘aman fazla istemesin’ diye ama yendikçe de istiyordu, yenildikçe de, çok ilginç.

Ve doğruyu söylemek gerekirse, satranca bir merak ve istek az biraz olmasına rağmen bir türlü o da gelişemedi bende yıllarca.

Hmmm, satranç oynamak için zeki olmak lazım, kim daha ileri adımları görürse o kazanır, o adımları görebilmek de zeka gerektirir diye düşünüyordum.

Uzun lafın kısası, bu sebeplerle, hocanın söyledikleri dikkatimi çekti, ama NEDEN öyle olduğunu, neden zararlı olduğunu söylememiş. 8O Sadece kötü, günah demiş geçmiş. :D

Ben de ‘Allah’ım lütfen anlat bana anlayayım’ diye Allah’a sığınınca, ama kafayı da takmayınca.

Dün az biraz anlar gibi oldum. (((ÇOK ŞÜKÜR!!!)))

Ama size de hemen anlatmadan, önce sormak isterim. Lütfen siz de bir düşünün.

Siz de duymuş muydunuz, okumuş muydunuz bu hocanın bu söylediklerini?

Ne düşünmüştünüz? Ne hissetmiştiniz? Neye karar vermiştiniz?

Hani size daha önce de söylemiştim, hani hocalar hakkında hep belli bir kalıp düşünmemekte fayda var. Allah biliyor biz bilmiyoruz kimin ne dediğini, neden dediğini, iyi sandığımız kötü olabiliyor, kötü sandığımız iyi olabiliyor.

O sebeple ben Allah diyen insanların sözlerini hemen gözardı etmiyorum biliyorsunuz. Ve çok şükür bunu da göz ardı etmedim ve bir farkındalığım oldu.

Sizle de paylaşayım ilk fırsatta.

Tabii insan istiyor ki, hocalar, bilenler bir şeyi söyledikleri zaman NEDEN söylediklerini de anlatsalar.

Ama o da sanki benim farkım, siz ne diyorsunuz. :D

Hep derim ya, yaşlılar, büyükler, dedeler, büyük anneler hep genelde (istisnalar kaideyi kanıtlar) öğüt verirler, cık cık yaparlar ama NEDEN NİÇİN İYİ DEĞİL pek anlatamazlar. Sanırım sadece Allah’a sığınıp akıllarını kalplerini dinliyorlar ama bir sebepten o nedeni ya tam bilmiyorlar ya da ifade edemiyorlar.

Ya da sözleri bilgileri yeterli değil, ya da bilmiyorum artık neden ama SEBEPLERİ veremiyorlar çocuklara bir şeyin neden kötü neden iyi olduğu hakkında.

Çok şükür, ben veriyorum ama değil mi? :D

Çok şükür, ben hiç birinize, istisnalar hariç, söyleyemediğim şeyler hariç, ‘bu budur ve nedenini bilmeden kabul edin’ demedim. :D

Hep hayatın 8 parçası, Kuran ve hayattan örneklerle sebeplerini anlattım.

İşte satranç için de aynı şekilde anlatayım. :D

Var mı sizde de satranç oynayan??? Çocuklar????? Gençler?????

Allah korusun hepimizi de çocukları da.

******************************************************

Sevgili arkadaşlarımdan gelen bir kaç cevap:

Satranç konusunda anladıklarınızı hevesle ben de dinlemeyi bekliyorum.

Oğlum anaokulundan sonra pek de heves etmedi. Yani hırslanmadı çok şükür. Onunla bu konuda kurduğumuz iletişimler işe yaradı. Tabii sizin beni uyandırışınız küçük yaşlardaki rekabet hissinin zararlı da olabileceğine dikkatimi çekmeniz sayesinde ben de satranç oyna illa ki oyna gibi bir tavırda ve düşüncede olmadım çok şükür.

Benim için benim anne ve babam içinde satranç oynamamız zekamızı geliştirir diye bakılan faydalı bir uğraştı.

Babam satranç takımı almış ve adı şah ve mat olan birer de kitap ve ben de satranç oynamayı o kitaplardan öğrenmiştim. Ama çok tutkun bir şekilde oynamadım hiç bir zaman, bildim hepsi o kadar.

Şimdi oğlum da o durumda, evet oynamayı biliyor ama illaki oynayayım yada yeneyim diye düşünmüyor 1000 şükür.

Hayırlısı Allah’tan. Ben de anlamak için Allah’a sığınırım.

******************************************

Ben satranca pek ilgi duymamıştım.

Orta okulda bir takım almıştık, çok az da öğrenmiştim ama sonra o takım bir daha açılmadı. Öylece kaldırdık. Yani neredeyse hiç öğrenmedim diyebilirim. Biriyle bir el bile oynamadım. Sadece piyonların ileri gittiğini ve atın da L çizdiğini öğrendim o kadar :D

Ama sanırım o yıllarda şöyle bir yanlış inanışa kapılmış olabilirim. Satranç oynamak için çok zeki olmak gerekir. Ben o kadar zeki değilim. Beceremeyebilirim bu oyunu. Ben bu şekilde düşünüp kendimi küçümsediğim için temizlik yapayım Allah’a sığınıp.

Satrançla ilgili çok şey bilmediğim için, başka ne sakıncası olabilir bilmiyorum. Acaba insana yenmek ile ilgili hırs yaptırıyor olabilir mi?

Tavlanın çok oyalayıcı olduğunu biliyorum. Belki de satranç da çok oyalayıcı olabilir mi? İnsanın uzun uzun vaktini alıp başka işlerinden alıkoyuyor olabilir mi diye düşündüm.

Ben de tavla bilirim ama pek sevmezdim. Öğrenciliğimde biraz oynamışımdır. Ama uzun yıllar oldu oynamadım hiç. İnsanları yenmekten hoşlanmıyordum ben. Yenince kızıyorlardı, ben de insanların yenildikleri zamanki o kızma halini hiç sevmiyordum. Huzursuzluk veriyordu bana nedense.

Bana da bunları düşündürdü öğretmenim. Ben de sizin bu konudaki anlayışlarınızı, farkındalıklarınızı, bulduğunuz zararı merakla bekliyorum öğretmenim.
Çok çok sevgiler.
:D :D :D

******************************************

Benim de satranç oynamışlığım var ama hırslı bir şekilde değil. Sanırım çabuk sıkılıyordum :D

Ben de merak ettim o bey niye böyle bir şey dedi 8O

O bey hakkında, söylediği bazı şeyler nedeniyle eleştirildiğini duymuştum. Hatta eleştirildiği sözlerinden biriyle ilgili o beyi haklı bulmuşluğum da var.
Satranç da ne anlamda günah olabilir sizin farkındalıklarınızla öğrenelim inşallah öğretmenim :D

******************************************

Sevgili arkadaşlarım, SABIRLA beni beklediler çok şükür. Açılan kapılar, kapanan kapılar derken, ve birbirimize yardım edip destek olurken, çok şükür  SATRANÇ iyi mi, kötü mü, konusuna sıra gelebildi.

Herkese mutlu yıllar dileğiyle birlikte, ben de yeni yılın ilk makalesini bu konuya ayırayım dedim. :D

İşte farkındalıklarım:

1- Düşmanlık, hainlik, sinsilik ve ikiyüzlülük: 

Satranç oyunu karşımızdakini bir düşman, yakalanması gereken bir av, ezilmesi gereken bir düşman olarak görmek üzerine kurulu.

Bu oyunun bir çocuğa öğretilmesi ve aklı başında insanlar tarafından desteklenerek, sessiz, huşu dolu ortamlarda neredeyse bir ibadet gibi, yaşatılması, aklın kalbin bu yönde çalıştırılması, elbette bir kişiye, bir çocuğa öğrenilebilecek en iğrenç iki yüzlülüklerden birisini öğretiyor:

Karşındaki düşman, onu yakala, yok et, sahip olduğu her şeyi ve herkesi elinden al ve en sonunda da onu devirirsen, hayatta sen çok güzel bir şey elde etmiş olacaksın. Ve sen bunu yaparken de sahip olduğun HER ŞEYİ harcayabilirsin, harcamalısın, hatta bu amaçla en yakınlarını feda etmekten kaçınmamalısın.

Akla, kalbe işletilen bu gizli mesaj, bir seremoni gibi, sessizlik ve ciddiyet içerisinde verildikçe, kişi de tabii ki büyülenmiş gibi sadece oyunda değil, yaşadığı hayatta da bundan etkileniyor. (Çekim yasası da zaten hep itaat ettiğimiz o içten içe düşünceler, duygular üzerine çalışmıyor mu, sevgili arkadaşlarım?)

İkiyüzlülük nedir?

Bir insanın aynı anda hem ciddi, hem düşünceli, sözüm ona huzurlu bir İÇ ALEM yaşarken, aynı anda çok iğrenç kötülükler yapabilmesi aslında.

Bir düşünelim, diyelim patronumuz çok kibar, saygılı, aynı zamanda da hain mi hain, tuzakçı mı tuzakçı, planlı mı planlı, her şeyi 40 düşünüyor ama tek bildiği var, herkese kazık atmak, herkesi yenmek, herkesi geçmek, herkesten üstün olmak. İşte size satrancın bir patrona yansıması.

Ya da bir koca düşünelim, sessiz ve kibar bir görünüşün arkasında, kurmuş da kurmuş, planlamış da planlamış ne hainlikler yapıyormuş. Mesela annemize tatlı tatlı konuşup, bizim hakkımızda dedikodu yapıyormuş. Meğer her yaptığının, her söylediğinin arkasında sinsi sinsi oyunlar, planlar oluyormuş da biz ancak yıllar içerisinde anca anlıyormuşuz. Bu da satrancın en masumundan bir eşe yansıması.

Ya o kimi nasıl ezeyim, kimin nasıl ayağını kaydırayım, kim beni geçmeye yenmeye çalışıyor, onu ben önce keşfedip altedeyim derdindeki o müdürler?

Sinsiliğin sonu yok maalesef.

Bir insan, bir kral, rakibi ile satranç oynuyorsa, artık kendi taşlarına, kendi yakınlarına karşı da oynaması gerekmektedir, çünkü onlara da hainlik yapmak durumundadır ve onları da harcayacaktır, ‘kimi neyi nasıl harcasam da kazansam’ diye bakarak, hem yüzlerine gülüp, hem de ‘onu nasıl feda etsem, nasıl harcasam da kazansam ve daha iyi bir şey elde etsem’ diye bakacaktır.

Ve bu ille de bilinçli olmak zorunda değil.

Bu yönde aklını kalbini çalıştırmaya başlamış bir insan, bilerek veya bilmeyerek, karşısındakilere ve yanındakilere bu oyunu oynamak zorunda kalıyor.

Halbuki hayatta rakiplerimize, karşımızdakilere ve yanımızdakilere, ortaklarımıza, kardeşlerimize, arkadaşlarımıza, öğretmenlerimize olan yaklaşımımız, ‘ben de kazanayım, sen de kazan, gel beraber güzel bir iş yapalım, dünya da kazansın, herkes kazansın’ şeklinde olmalı.

İnsan, sevdiği, beğendiği bir kişi ile evlenirken, ‘ben seni seviyorum, beğeniyorum, sen beni seviyorsun, beğeniyorsun, gel ikimiz de mutlu olalım, çocuklarımız da bizden mutlu olsun, ailelerimize de hayrı olsun, dünyaya da hayrı olsun’ diye evlenmeli.

Ancak eş seçiminde satranç oynamışsak, ‘Ne yapayım da onu elde edeyim de, ne yapayım da onu tutayım da, kendimden ne feda edeyim de, ona kendimi beğendireyim de o da bana şah-mat olsun da, kendi beğendiği, değer verdiği şeyleri, hayallerini bırakıp da bana teslim olsun, gerisi önemli değil. Ki gerisi de yıllar içerisinde devam eden bir oyun olacak zaten, ben yine kazanacığım ne pahasına olursa olsun’ şeklinde başlıyor.

Hatta çocuk yapmak bile, ‘kazanmak, kaybetmek, yenilmek, yenmek’ meselesine dönüveriyor. 8O

Duygusal basamaklarda, ‘karşımdaki bana bir rakip ve engel, onu halletmeliyim, o engeli ortadan kaldırmalıyım, yenmeliyim’ dediğimiz anda, yalanlar-yanlışlar bankasının içindeyiz, kötülük alemindeyiz.

Ne olursa olsun, kötülük arayanlardan, planlayanlardan olduk artık ruhi alemde ve maalesef kirlendik.

Bu durumdaki bir insan artık iyi olmayı, melek olmayı bıraktı, iki yüzlülüğün en büyüğünü yapıp, yaratılışımızın o yardımsever, sevgi dolu varlığını reddederek, onu bastırarak, kendini kötü yaptı. Kendini de vuran, kıran, kandıranlardan yaptı.

Çok ilginç, bu durumdaki bir insan, kendisine yapılan en ufak bir haksızlık veya herhangi bir üstünlük gösterisi veya iletişimi karşısında çok bozuluyor. ‘Ben de mi kötü olayım? Ben de mi kötü olayım?’ diye kuruyor da kuruyor hatta ağlıyor. Ah bir anlasa, bunu dediği anda, aslında o çoktan kötülük oyunlarına başlamış ve zaten o sebeple yapılan azıcık bir haksızlığa çok bozuluyor ve ben de mi kötü olayım diye kuruyor ya!!!

2- Ruh söndürme egzersizi:

Biz insanlar beyinden ibaret değiliz. Asıl olan ruhumuz. Beyin toprak olacak, ruhumuz yola devam edecek.

Bir insanın kas geliştirmesi gibi, beynini düşüne düşüne geliştirenler, bu geliştirdikleri yapıyı toprakta bırakıp sırf ruhlarıyla yola devam edecekler. Ruhun korunması, sağlığının korunması, zeki olmaya çalışırken, beyin denen bilgisayar oyununda kaybolmaktan ÇOK ÇOK daha değerli ve önemli.

Biz farkında olalım veya olmayalım, kafamız ruhumuz için hala karanlık bir kontrol odası.

Oraya ihtiyacının dışında girmeye zorlandığında, hele hele oraya girip, kötü kötü bir şeyler kurmaya zorlandığında, ruhumuz bundan kalıcı zarar görüyor. Dışarıya bakmayı, hayatın gerçeğine bakmayı unutuyor, kendisini beyin sanıyor, vücut sanıyor. Kim olduğunu unutuyor. Kendini yok sanıyor, karanlıklarda yaşayan uykuda bir varlık haline geliyor.

Ruh için beynin idaresi, kullanımı, hayatın 1001, hatta daha çok aktivitesinden sadece bir tanesi. Üstelik karanlıklarda ve çok ufak bir mekanda yapılanı ve bunu aşırı geliştirmek hiç de o kadar sağlıklı değil.

Elbette beyinde zeka var ve bu ilginç ve faydalı, ama zeka da kas gücü gibi, fiziksel evrenin kullanılması, değerlendirilmesi ile ilgili bir şey ama aşırı değer verilip, en değerli şey sanılmaması, tapılmaması gereken bir şey.

Zeka da kas gücü gibi, esas olmayan, faydalı olan ama amaç değil araç olan bir şey. Hatta fazla değer verilmesi çirkin olan bir şey.

Zeka eskiden sadece insanda vardı, o yüzden değerli ve ruhi sayılıyordu, maneviat sayılıyordu. Ancak artık biliyoruz ki zeka makinada da oluyor. Yapay zeka da üretilebiliyor.

Zeka, kas gücü gibi, değerli ama insanı asıl değerli yapan şey değil. Ve ona aşırı değer vermek, hayran olmak, adaletli değil, ahlaki değil.

Zeka, maneviyat değil. İyilik kötülük değil. Ne iyiliğin, ne kötülüğün işareti değil. Ona da dozunda değer verilmeli.

Zeka, üretilebilen, asıl değil eklenti olan bir özellik. Elektronik ile, beyin ile, ruhun yetenekleri ile üretilebilen, oluşturulabilen bir şey. Aynı kas gücü gibi.

Sen, zekan değilsin. Zekan az olur çok olur, azalır çoğalır, geliştirilir, köreltilir. Sen değilsin o zeka.

ASLOLAN RUHUMUZ. Ve ruhumuzun sağlığı, iyiliği, çocuksu neşesi.

Ne zekaya ne güce önem vermeyen o temiz gönlü.

Ve işte bunları kaybettiğimizde, geriye bir karanlık, kör, sağır, kendini bilmeyen, nerede olduğunu, kim olduğunu bilmeyen bir zavallı varlık kalıyor maalesef. Hatta ruhu körelmiş, kendini vücut sanan ve vücudun bütün eğlenceleri, zevkleri içerisinde kaybolup, günahlar içerisinde yaşayanlar kalıyor.

Ruhun doğal zekası, dış alemde herkese ve her şeye uzanmış sevgi elleriyle her şeye ulaşabilirken kendini gösterir. Beynin zekası ise başımızın içine saklanıp, orada geçmiş veya gelecek küçük küçük resimlere bakarken kara kara düşünürken ortaya çıkarılır. Beyin bir ruh için maalesef bir gece kulübünden daha zararlı aslında.

Sadece çaresiz kalınca ve gerektiği kadar kullanılması lazım, düzgün bir hayat yaşamak için ne kadar gerekiyorsa o kadar. Bundan fazlası ruhumuzu köreltiyor.

3- Oyunların, eğlencelerin en kötülerinden:

Satranç, kendimizi geliştirmek için, kendimize faydalı olması için yapılabilecek, kullanılabilecek oyunların belki de en kötülerinden.

Bir düşünelim, 15 dakika jimnastik yaptınız. Kendinizi nasıl hissedersiniz? Hayat dolu, neşeli, sağlıklı, sosyal, iletişme hevesli, bahar gelmiş gibi ve zeki. Peki yarım saat satranç oynasanız kendinizi nasıl hissedersiniz? İçine kapanmış, karanlık düşüncelere dalmış, dünyaya sevgi gözlüklerini kaybetmiş ve bir robot gibi bakan, yarım saattir aşırı bilgisayar oyunu oynamaktan kafası bulanmış bir kişi gibi, sosyal enerjimiz düşmüş, ve büyük ihtimalle de kaybetmişiz ve kendimiz hakkında olumsuz düşüncelerimiz var. Bir ihtimal de kazanmış olabiliriz ama acı acı bir sevincimiz var çünkü arkadaşımızı yenerek bu başarıyı elde ettik. Ve aklımızda da tuzak kurmak ve tuzaklardan kaçmak hakkında çeşit çeşit felsefi düşünceler dolaşıp duruyor.

Bir insan ben böyle şeyler düşünüyorum dese, ben ona git biraz dinlen, tatil yap, sen iyi durumda değilsin, kendine iyi bak derim.

O yüzden satranç oyun olarak kabul etsek bile pek oynanacak şeylerden değil. Hele hele ufak çocuklara oynatılacak bir oyun, hiç değil.

Bu şuna benziyor: ‘Hanım, oğlana biraz satranç oynatalım da hainlik öğrensin.’ 8O

4- İnsanları piyon olarak görmek, insanları kullanıp harcamayı öğrenmek:

Bir çok bilge insan, temiz kalpli insan, ve Allah, Kuran, insanların vezir, piyon, şah (firavun) diye sıraya dizilmesinden, tabakalara ayrılmasından, değer ve öncelik sıraları oluşturulmasından HİÇ hoşlanmıyor ve bunu kötülerin yaptığı bir kötülük olarak kabul ediyor.

Bir yöneticinin, yönettiği insanları, savaşlarda orada burada ülkenin savunması söz konusu olmadan, piyon gibi harcamayı düşünmesi, böyle bir düzeni kurmuş olması, onun şeytani derecede kötü olduğunun bir göstergesi sayılıyor.

Allah önünde, kalp önünde hepimiz eşitiz.

Kimsenin kimseyi küçük görüp harcamaya hakkı yok.

Böyle bir düzeni Allah kabul etmiyor, bilge insanlar kabul etmiyor, kalbi temiz insanlar kabul etmiyor.

Örnek olarak Japonya, 2. Dünya Savaşına girerken, sırf imparatorun ve yanındaki insanların başka yerleri, ülkeleri ve insanları ele geçirme, yenme hatta köle yapma hayalleri ve amaçları sebebi ile savaşa girdi.

İmparatorun bakış açısına göre, hayat bir satranç oyunu. Diğer ülkeler rakipler, kendi halkı da satrancın taşları, piyonları.

‘Haydi herkesi yenelim de, herkesten üstün olmanın, zevkini tadayım.’

Hiç, ‘O insanlar piyon değil. Onlar gerçek varlıklar, insanlar’ düşüncesi, bakışı yok.

Piyonlar gönderiliyor, rakip piyonlar yok ediliyor taa ki, rakip yönetici yok edilene ve kendini bu sebeple iyi hissedene kadar.

Ve 2. Dünya savaşının sonlarında durum oydu ki, Japonya’nın artık kaybedeceği kesindi. Ancak, imparator ve çevresi,  bütün taşlarını, piyonlarını sonuna kadar kullanmak ve tek kişi kalana kadar, gerekirse bütün milletini bu savaşta yem etmeye, öldürtmeye de hazırdı ve bu sebeple yenilgiyi kabullenip, barışı getirtmiyordu.

‘Önce benim gururum’ diyordu, ‘sonra milletin canı.’

Ve diğer ülkeler de defalarca yenilgiyi kabul etmelerini istemelerine rağmen, imparator ‘daha taşlarım bitmedi’ diyordu ve devam ediyordu.

İşte bu tam bir satranç bakış açısı.

Amerika da Rusya da Japonya’nın barışı kabul etmemesi halinde, ülkenin işgal edilmek zorunda kalınacağını ve sokak savaşlarında her iki taraftan da milyonlarca kişinin öleceğini anladılar. Ve belki bu işi o sokak ve işgal savaşları olmadan bitirebiliriz diye atom bombalarını kullandılar. (Tabii ki aslında bana sorsalar, şehirlere atmadan önce, yetkili birisini çağırıp, deneme gösterisi yapılsa,  imparator ve çevresi ikna olabilirdi, diye düşünüyorum, ama zaten bunun yapılmamış olması da karşı tarafta da hayatı satranç gibi, insanları piyon gibi gören kimselerin olduğunun göstergesi,değil mi sevgili arkadaşlarım?)

Uzun lafın kısası, ilk şehre atom bombası atıldı, ancak, rakip şah, dedi ki, ‘benim daha taşlarım var, bu benim taşlarımı piyonlarımı bitirmedi ben devam ediyorum.’

Ve bunun üzerine 2. şehre de atıldı. İşte o zaman şah dedi ki, ‘Hmm bu oyunu piyonlarımla kazanamayacağım kesinleşti, ben en iyisi bir anlaşma imzalayayım ve BANA DOKUNMAMAK ŞARTIYLA ükemi teslim edeyim.’ 8O Tam bir satranç ve TEK BİR KİŞİNİN her yolu deneyip hayatta kalma oyunu.

Tabii bu hikaye Japonya’ya özgü değil, bizde de Sevr anlaşması var biliyorsunuz, Atatürk’ün kabul etmediği ülkesini, milletini, insanını SAVUNMAK, kölelikten kurtarmak için savaşa girdiği.

Maalesef tarihte görüyoruz ki, imparatorlar kendilerini böyle yukarıda ve üstün hissederlerdi, istisnalar kaideyi kanıtlar.

Sanki onlar satranç oyununu tahta üzerinde ve piyonlarla değil, hayatta ve insanlarla oynuyorlardı.

İnsan merak ediyor. Acaba onlara bu soğukluğu, bu zalimliği, çocukken satranç öğretmenleri mi öğretti? 8O

5- Ateistlerin hayalindeki dünya:

Ne kadar ilginç ki, bize ‘Sen sen olduğun için değerlisin. Ben sana değer veriyorum sen sen olduğun için!’ diyen bir tek Allah, din ve aile kurumu var.

Ve bu ikisi üzerine yapılan saldırıların bitmek bilmemesi, insanı sonuçta, öksüzler yurdunda yetişmiş piyonlara çevirecektir.

Dünyanın en büyük katilleri, ateistti ve kendilerini ilahi ve üstün görürlerdi. Stalin, Hitler, yukarıda bahsettiğim imparator, ve çeşit çeşit imparatorlar, firavunlar…. Bunların dinleri ya çok zayıf, ya hiç yoktu, ya Allah bilmezlerdi, ya da Allah’a, iyiliğe, hakka, adalete düşman bir sözde dinleri vardı.

Ne kadar ilginç, bizi piyon olarak görüp harcamak isteyenler aynı zamanda Allah’a ve aileye de düşman. Kötülük hep paket olarak geliyor.

Aileye ve Allah’a düşmanlık aynı zamanda bizi piyon da yapan şey. Zaten ateistlerin satranç oynamayı sevmesi de bir ipucu sanki.

Follow Me on Pinterest Pinterest'te Takip Et!
 
Yorumlar (6)
  1. özlemi
    14:45, 10 Şubat 2017

    Çok etkilendim.Çok etkileyici ve çarpıcı bir makale.Daha bir çok kez okuyup satır satır anlamaya gayret edeceğim doğru ama hemen yazmadan edemedim.Çok teşekkürler çok etkilendim ve Allah’a sığınırım Allah’a sığınırım Allah’a sığınırım

  2. Funda Teyze
    15:04, 10 Şubat 2017

    Hep konuştuğumuz, hep anlattığım konular aslında değil mi Özlemi arkadaşım?

    Yalanlar, yanlışlar bankamızı dolduran şeylerden biriymiş meğer satranç da. 8O

    Kendisini pek tanımamakla birlikte, haber olacak kadar meşhur olup, sebep olduğu bir haberle bende bu farkındalıklara vesile olan sayın hocaya hem teşekkürler diyorum hem de BRAVO diyorum. Ben yıllarca farkedememişim bu konuyu.

    Allah kendisinden razı olsun bizi uyandırdığı ve bu farkındalıklara vesile olduğu için.

    Tabii kendisi satrancın kötü olmasının sebebini yakınlarına, çevresine anlattı mı bilmiyorum. Haberde yoktu.

    Dilerim o da sebepleriyle anlatıyordur anlattıklarını. Tabii belki de sadece kalbiyle biliyordur. O durumda da Allah razı olsun.

    Dediğim gibi, insan Allah’a yaklaştıkça, bazen sadece bilebilir ama sebebini anlatmak başka bir şey.

    Sebebini anlatan veya anlatmayan, bize iyiyi, güzeli, doğruyu, kötüyü, çirkini, yanlışı anlatan, bizleri iyiye, güzele, doğruya yaklaştırıp, kötü, çirkin ve yanlışlardan uzaklaştıran HERKESTEN Allah razı olsun.

    Çok şükür biz de doğruyu görünce ‘bu doğru’ diyebilenlerdeniz.

    Ne güzel dilemiş Allah.

  3. özlemi
    15:22, 10 Şubat 2017

    Hep konuştuğumuz konular gerçekten de :D

    Allah sizden de Hocadan da razı olsun.Bize de farklı bir açıdan bakma kapısı bu muhakkak.Allah’a sığınarak

    :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp: :kalp:

  4. Funda Teyze
    15:38, 10 Şubat 2017

    2k

  5. Funda Teyze
    18:33, 10 Şubat 2017

    Bütün okul hayatı, eğitim hayatı boyunca bize işleniyor ki:

    Sen zekan kadar varsın.
    Sen hafızan kadar varsın.
    Ne kadar ezberlersen sen o kadar iyisin.

    Ah bir bilselerdi, çocuklara gençlere verdikleri zararı!!!

    Onları ezmek, rencide etmek bir tarafa, asıl onları ruhen körelttiklerini, kararttıklarını bir bilseler.

  6. Funda Teyze
    18:39, 10 Şubat 2017

    Eskiden de:

    Sen kas gücün kadar varsın denilirdi.

    Sen yük taşıyabiliyorsan, rakiplerini dövebiliyorsan, sen hayatta kalırsın başarılısın.

    Sonra bu değer verilme sırası zekaya geldi.

    Şimdilerde ise artık yapay zeka ortaya çıkıyor, bir insanı zekasıyla ölçmenin günleri sayılı.

    Zaten vücut güzelliği ile bir insanı ölçmek, göz rengine tapmak HEP vardı. O da apayrı bir çirkin oyun. Çirkin yarış.

    NE ZAMAN İNSANLAR İYİLİĞİ, DÜRÜSTLÜĞÜ, ERDEMLERİ en üst değerlendirme ölçüsü sayacak acaba?

    Ya da böyle bir şey mümkün olacak mı acaba?

    Bana öyle geliyor ki, bu dünya bunun sınav yeri idi ve çoğunluk sınavda kaldı ve kalmaya devam ediyor.

    Allah’ım beni ve beni sevenleri, sevdiklerimi dosdoğru yolda gidenlerden ve İYİLİĞİ esas alanlardan eyle.

Yorum Yaz

Bu site, çok sevgili ve değerli ÖĞRENCİLERİM ve öğrencim olmak isteyen bayanlar için hazırlanmıştır.

Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:

Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.

Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.

Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.

31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.

Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.

Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.

Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.

Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,

=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================

Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D

No trackbacks yet.

Mesaj gönder!
Loading...