Anaların Soyu Tükenmesin Lütfen!
Farkındasınız değil mi, artık o eski ANNE TİPİ kalmadı.
Hani çocukları için saçını süpürge eden, bütün vaktini evde ve çocuklarla geçirdiği için her halinde buram buram ev insanı havası olan o bayan tipi ortadan neredeyse kalktı.
Artık anneler ev hanımı dahi olsa çocuklarını kreşe vermeye çok hevesli ve üzerlerindeki kıyafetler de ona uygun bir şekilde ev hali olarak görünmeyen, çalışan hanımlardan neredeyse hiç farkı olmayan bir havada ve bu bir gurur ve öğünme meselesi.
Ev hanımlarının dahi en birinci sohbeti, ‘çocuğu kreşe verdin mi, ne zaman vereceksin, nereye verdin?’ Vermeyenler sözlü veya imalı yeriliyor, ayıplanıyor, onaylanmıyor.
Çalışan anneleri de zaten hemen tanıyoruz. Çocukları ile beraber, sadece iş çıkışı ve hafta sonu gezilirken, çocuklara armağan alınıp gönülleri hoş edilmeye çalışılıyor.
Evde olup da çocuk bakan hanımlarda dahi o eski annelik, çocuklarla ilgilenme yok denecek kadar az. Onlarda da hummalı bir arayış görüyorum. Elişi yapıp, İnstagram’da, Youtube’da paylaşanlar, evde fabrika gibi üretim yapmaya çalışıyorlar, arada çocuklar görüntüye takılınca anlıyoruz ki, hanımlar artık kendilerini ANNELİĞE adamaktan vazgeçmişler. Daha ‘önemli’ uğraşları var.
Annelik ve ev hanımlığı, hanımlar arasında tercih edilen bir meşgale, uğraş, görev, ya da hayat amacı değil. Bayanlar bu görevden kaçmak için neredeyse yarışıyorlar.
Allah tüm bu annelere kolaylık versin fakat ev hanımlığı ve annelik, o ‘kendini evine adamış hanım’ tipi bitmiş görünüyor.
Ama çoğu insan bunun arkasından geleni göremiyor.
Şimdiki seviye ‘çalışan, para kazanan’ annelik.Ya da evde olsa bile ‘çocuğu kreşe veren’ ‘eğitimi kreşten bekleyen’ annelik.
10-20 yıl sanra bu da bitecek, bundan da aşağıya düşülecek ve sadece ‘çalışan para kazanan bayan’ kalacak.
Allah o zaman doğacak çocuklara kolaylık, sabır versin, merhamet etsin. Ama farkında mısınız, doğada annelik devam ediyor hala şu anda, hem de milyonlarca yıldan beri devam eden bir düzenle, yozlaşan biz insanlarız annelikten vazgeçtikçe.
Eskiden sadece krallar, padişahlar, azınlıktaki zenginler yozlaşabilirdi ve zalimliğe kaçarlardı, metresler, haremler tutar, canlara kıyar, macera peşinde hayatlar yaşarlardı.
Ama günümüzde aynı imkanlara, rahatlıklara normal insanlar da kavuştu ve artık herkes erdemli veya erdemsiz bir kral kendi hayatı içinde ve maalesef erdemsiz hayatlara yoğun bir eğilim var insan ırkı arasında.
İşte çoğunluğun artık eskinin krallarının hayat standartına ulaştığının bir kanıtı:
Son 200 yılda dünya nüfusunun yüzdesi olarak hayat standartlarındaki değişim istatistikleri…
Bu istatistikler tüm dünya için, 1820′lerden günümüze, sırasıyla, AŞIRI YOKSULLUK, DEMOKRASİ, TEMEL EĞİTİM, AŞI, OKUR-YAZARLIK, DOĞUMDA VE ERKEN YAŞTA ÇOCUK ÖLÜMLERİ‘nin nasıl düzeldiğini, iyileştiğini, nasıl neredeyse herkesi 100% kapsar hale geldiğini gösteriyor.
Mesela 1820′lerde her 100 çocuktan 43′ü 5 yaşına gelmeden ölürken, 2015′de her 100 çocuktan 4′ü ölüyor.
1820′lerde 100 kişiden sadece 12′si okuma-yazma biliyorken, 2015′de her 100 kişiden 86′sı okuma-yazma biliyor.
Tabii ki istisnalar var ama toplumların büyük kesimleri artık şahsi imkan ve özgürlüklere kavuştu.
Artık sorumluluk bireylerde.
Biziz erdemli olmaya veya olmamaya karar verecek olan.
Artık bizi terbiye etmesi için hayatın zorluklarını bekleyemiyoruz. Hastalık, sıkıntı, açlık artık insanların ‘Bir dakika kendime geleyim, hayata daha düzgün yaklaşayım’ şeklinde bir uyandırıcısı değil.
Yani bayanların ANNELİK görev ve sorumluluklarını bırakabilecek imkanları var ve her nesil de bir adım daha ileri giderek bırakıyor.
Eskiden bayanlar ‘ben de çalışayım, evime, eşime destek olayım’ derdi. ‘Merak etmeyin eşimi, çocuklarımı, yuvamı ihmal etmeyeceğim, hem çalışır hem de evimi idare edebilirim’ derdi. ‘Önce işim ve kariyerim’ diyen bayanlar çok nadirdi ve garip karşılanırdı. Ama artık, o basamak bitti. Çalışan bayanlar ‘önce eşim, önce evim, önce ailem’ demiyor. Bu sebeple de rahat evlenip, sonra da rahatça boşanılıyor.
Tabii halen çoğu bayan, ‘önce çocuğum’ havasıyla bunu yapıyor. Boşanma sebebi dahi çocuğunu ‘mutlu etmek’ fakat yavaş yavaş bu basamaktan da düşülecek. Yeni krallar yeni kraliçeler, daha rahat, daha özgür bir basamak olan ‘önce ben, önce benim mutluluğum’ basamağına gelip, ya hiç çocuk yapmamak ya da ihmal edilen çocuklarla basamaklardan düşüşe devam edecekler.
Hatta belki 1 yaşındaki çocuklarını kreşe bırakıp işe koşacaklar. (Aaaaa pardon bu basamağa çoktan düşüldü bile, demek ki, doğar doğmaz vermeye başlayacaklar. )
Bir takım çevrelerde keşke çocuk doğurmasaydım söylemleri başladı bile. Bir gün gelecek ‘Niye doğuruyoruz? Çocuklar yumurtadan çıksa ya!’ diye bastırmaya başlayacaklar, ki zaten sperm bankaları, Kıbrıs’ta çocuk cinsiyeti seçmece oyunları, sunni dölleme, taşıyıcı anne, tüp bebek vs. zamanla (çok değil bir kaç seneye kalmaz) bekar hanımların hiç evlenmeden, mavi gözlü çocuk sahibi olmaları ve ‘onu da tatmak’ isteyen hanımların bir modası haline gelecek.
‘E, ne olmuş yani, yapsınlar, onların seçimi.’ diyeceksiniz ama olan çocuklara olacak.
Dünya çocukları, yavaş yavaş ruhi olarak çok kötü beslenmiş bir nesil haline geliyor. Kendilerini öksüz bir çocuk gibi hisseden, gerçek bir annenin, gerçek bir babanın ilgisini, sevgisini tatmadan büyüyen, kreş eğlencelerini, şarkılarını mutluluk zanneden, ve bütün bu sebeplerle de uyuşturucu maddelere, konulara, filmlere, dizilere, son derece bağımlı, yalanlarda kaybolmaya hazır çocuklar, gençler yetişiyor. Bu yavrular yetişkin birer insan olduklarında, ne verdikleri oylarda, ne seçtikleri eşlerde, ne çalıştıkları işlerde, ne okudukları kitaplarda ne de sosyal konulardaki fikirlerinde, Allah’ın, kalbin, iyiliğin, sevginin değmediği insanlar olacaklar.
Elbette dünyada kötüler her zaman olduğu gibi ilerde de olacak ve zalimce kandıracaklar bu ruhen zayıf nesilleri. O kadar kolaydır ki eğlence düşkünü sevgiye aç insan gruplarını kandırmak. Önce süslü püslü şeyleri aldırıp, borç içinde bırakıp köle gibi çalıştırırlar.
Zamanla en çok para getiren kötülüğe sıra gelir, ve savaşlarla çatışmalarla bu saf nesillerin hem paralarını hem de canlarını almaya çalışırlar.
Şu anda dünya gençliği, 3. Dünya Savaşının çıkarılmasına dahi itiraz etmeyecek bir kıvama geliyor. Hatta onu bile eğlence olarak görebilecek milyonlarca genç var her ülkede.
Farkında mısınız, günümüzde en popüler bilgisayar oyunları savaşmak, bir yerleri basıp herkesi öldürmek gibi konular etrafında dönüyor.
(Bu gençliğin çok değil 15-20 sene yani 2000′lerin başındaki kreş çocukları olduğunu görebiliyor musunuz sevgili arkadaşlarım? Bu gençliği KİM ihmal etti? Kim doğurdu, kim baktı?)
Peki bizim için ders ne?
1- Herkes kendi çevresinden ve kendi ailesinden sorumlu olmak zorunda.
Etrafımızda bize doğruyu gösterebilecek, akıntısına kapılabileceğimiz, aklı başında bir toplum yok.
Demek ki, sorumluluk SENİN.
BENİM.
BİZİM.
Lütfen kendi hayatının erdemli, ahlaklı, sevgi dolu, Allah bilen, Allah’tan korkan ve bu kötü gidişe dur diyebilen ya da en azından katılmayan bir kralı, kraliçesi ol.
İnsanlık tarihi boyunca hep oldu erdemli, ahlaklı, mutluluk kaynağı insanlar. Sen de onlardan biri olabilirsin!
2- Elimizden geleni yapacağız, yapamıyorsak Allah’a sığınıp başka şekilde telafi etmeye çalışacağız, o da tam olmuyorsa iş işten geçmişse tövbe edeceğiz, Allah’tan af dileyeceğiz ve en azından bu konularda yanlış yönlere bayrak olmayacağız, göstere göstere kötü örnek olmayacağız, gerektiğinde bize öğret diye bakan çocuklara ve gençlere ‘ben hata ettim, aman sen etme’ diyerek yanlışları onlara tatlı tatlı göstererek onları doğru yola iletmeye çalışacağız.
*********************************************
Peki neden bayanlar, annelikten, ev hanımı olmaktan bu kadar çabuk uzaklaşabildiler?
Elbette, medya’nın, toplumsal yozlaşmanın ve insanın doğasındaki zayıflıkların bunda etkisi var.
Fakat bir sebep daha var ki, onu da bilmek şart:
KİŞİNİN ANNESİ HAKKINDAKİ BASAMAKLARI
KİŞİNİN ANNESİ HAKKINDAKİ BASAMAKLARI
Anne denilen kutsal varlığın bir çocuğa o kadar yakın bir yaklaşımı vardır ki, annenin kişiliğindeki tüm zayıflıklar zamanla çocukta normalin üzerinde bir yıpranma oluşturabilir. Bu sadece anne değil, tüm yardım eden, koruyan, besleyen varlıkların ve o ilişkinin ortak sorunu.
Eğer biz bu yakın ilişkideki olumsuzlukları anlayabilirsek, sırf anlamamız dahi, o olumsuzlukları bertaraf edecek ve o sevgiyi layıkıyla ve doyasıya yaşayabilme, değerlendirebilme imkanı sağlayacaktır.
Bu vereceğim basamaklar, anneliğin bir eleştirisi değil, sadece bir çocuğun, ya da kişinin istemeden de olsa düşebileceği basamaklar.
Evet, her insanın annesi konusunda da basamakları var. Kişi bu basamaklarda aşağı da düşebiliyor yukarı da çıkabiliyor.
İşte o basamaklar:
*** Kontrol edebilirim: Bu basamakta annemizi doğru-yanlış, hayırlı-hayırsız, iyi-kötü gibi konularda yönlendirebiliyoruz. Ondan beklentilerimizi, veya onaylamadığımız davranışlarını, ona söylebiliyoruz, ve bunu yapınca, hem ona hem bize hem herkese mutluluk verecek olumlu tepkiler alıyoruz. Ya o çok ulaşılabilir ve güzelliklere açık bir kimse, ya da bizim iletişimimiz çok yüksek, ya da ikisi birden. Hem alan hem veren, hem öğrenen hem öğreten, iyiliğe ve güzelliğe beraber gittiğimiz bir iletişimimiz var.
*** Ancak çılgınca bir çabayla kontrol edebilirim: Annemizi ısrarla, baskıyla yönlendirmeye çalışıyoruz. Ağlıyoruz, hasta oluyoruz, küsüyoruz ve buna benzer çaresizlik içeren yaklaşımlar bize tek çare olarak görünüyor.
*** Kontrol edemem: Ben annemi kontrol edemem, yapamam diyoruz ve adım atmıyoruz. Bu basamakta kişi iletişim bile kurmuyor annesi ile.
*** Kişi başkalarını kontrol etmeye, annesinden uzak tutmaya çalışıyor. Başkalarına, ‘annemi kontrol etmeye çalışma, o anlamaz, boşuna konuşma, uğraşma.’ diyoruz.
*** Annemizi her şeyden korumaya çalışıyoruz. O artık bizim için iletişim kurulacak birisi değil, sadece korunacak bir varlık.
*** Başkalarına annemizin ne kadar iyi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Annemizle ilgili hatıralarımız artık hep onun ne kadar iyi bir insan olduğundan ibaret.
*** Annemize tapıyoruz, toz kondurmuyoruz, annemizin kölesi oluyoruz. Anlatılmaz ve anlaşılmaz bir şekilde annemize tapıyoruz ve duygularımız bundan ibaret. Bir ihtimal, bizi bir şekilde o kadar etkilemiş ki, biz de etkilenmeye o kadar hazırmışız ki, onu doğa üstü bir yerlerde tutuyoruz aklımızda ve kalbimizde. Bu bir rüya elbette. O da bir insan. Neden bizi bu kadar etkilemeye çalıştı, ve neden biz de bu kadar kendimizi bir masalda kaybetmeye hazırdık. Herhalde her iki tarafın da bir takım korkuları, dertleri, sıkıntıları vardı. Fakat ona onun hatalarını yanlışlarını söyleyemez, yol gösteremez bir halde olunca, hem o zarar görüyor hem biz. Üstelik, böyle körcesine hayranlığımız sebebiyle, onun hatalı yanlış tarafları, özellikleri olduğu gibi bizim karakterimize geçiyor.
************************************************
En temiz basamak en üst basamak. Yani annemizi kontrol edebildiğimiz, onunla iletişim kurabildiğimiz, ona yardım edebildiğimiz ve ondan yardım alabildiğimiz basamak.
Aslında kontrol edebilirim basamağı, hepimiz için ANNEME YARDIM EDEBİLİRİM basamağı. (En az yardım alabilirim kadar güçlü bir insani ihtiyaç ve istektir yardım edebilmek.)
Hepimiz annelerimize yardım etmek istiyoruz aslında. hem yardım etmek hem yardım almak istiyoruz. Bu şekilde açık, net ve güzel, olumlu bir ilişkimizin olmasını istiyoruz.
Ve bunu başaramadığımızı, ya da başaramayabileceğimizi düşündüğümüzde aşağı inmeye de başlıyoruz.
Ama çok şükür, ANNELERİMİZE YARDIM EDEBİLİRİZ. Yardım da alabiliriz Allah’In izniyle. (Onlar ahirete göçmüş olsalar bile yardım edebiliriz çok şükür.)
Bayanların annelikten uzaklaşmasının bir sebebi de, işte bu basamaklarda düşerek sevgiden, yardımdan, iletişimden uzaklaşmaları ve bu sebeple de annelikten soğumaları, uzaklaşmaları.
Unutmayalım ki, hangi basamakta olduğumuzu anlamak dahi bizi o basamaktan yukarıya da çıkaracaktır.
******************************************************
Ve işte 2017′nin bu son yazısını, ANALARIN SOYU TÜKENMESİN LÜTFEN diyerek yazmak istedim.
Ama görünüş o ki, neredeyse tükenmek üzere. Bu gidişe dur diyebilecek miyiz, Allah bilir ama bu yazıyı okuyan anneler ve anne adayları, dilerim kendilerine çeki düzen verirler ve Allah’ın yardımıyla gelecekte analı-babalı-çocuklu aileler var olmaya ve mutluluk kaynağı olmaya devam eder.
Dünyamız kötü bir gelecekten geri döndürülebilir mi bilemiyoruz ama SEN kendine ve çocuklarına güzel bir gelecek kur lütfen.
‘Bizden sonra tufan, bana ne’ deme, sonra bir de bakmışsın o tufan senin başına gelivermiş.
NOT: Unutmayalım ki analık-babalık bittikçe çocukluk da bitiyor. Kreşlerde çocuklara büyük insan gibi davranmayı o kadar çok belletmeye çalışıyorlar ki, çocuk dediğimiz o evde koşturan tatlı şey, yavaş yavaş nesli tükenen varlıklar arasına giriyor. Yani artık doğanlar çocukluklarını da yaşayamıyorlar, yaşayamayacaklar dersem, çok iyi anlaşılır herhalde. Hazır ol, düğmeni ilikle, ayakkabını kendin bağla. Bağlayamadın mı bak arkadaşların nasıl bağlıyor. Sen sadece 10 kişiden birisin, kendini bir şey zannetme, kapris yapma, sıranı bekle. Dersini çalış, öğren, ezberle, şimdi sus, şimdi konuş, şimdi danset, şimdi dur, şimdi kitap oku, şimdi gül, aman ağlama sınıfın düzenini bozuyorsun, şimdi uyu. Hep beraber tuvalet, hep beraber uyku, hep beraber yemek. Artık hangi ruh doğup da bir çocuk olmak ister ben bilmiyorum. Şahsen ben dünya böyle olacaksa daha güzel bir gezegende doğmak isterdim Allah’ın izniyle.
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
13:05, 31 Aralık 2017
Kreşlerde minicik çocuklara, şimdi otur, şimdi konuş, şimdi sus vs. vs. belletiliyor dedim. Çoğu insan bunu iyi bir şey zannediyor.
Düzen, söz dinlemek, gruba uyum sağlamak, sosyalleşmek, arkadaşlık kurmak, paylaşabilmek, paylaşmayı öğrenmek vs. vs. için çocuğu kreşe göndermenin şart olduğuna inanıyor pek çok insan.
Halbuki bir çocuğun belli bir yaşa kadar ihtiyacı olan şey, itaat etmeyi öğrenmek değil.
İtaate zorlanmanın, bu ne şekilde yapılırsa yapılsın, bir çocuğun özbenlik ve ruhi gelişimine büyük zararı var.
Bir ruhun insan vücudundaki ilk yıllarından itibaren ihtiyacı olan şey, sevgi ve huzur dolu bir ortamda KENDİSİNİ idare etmeyi, kendi kararlarını vermeyi, KENDİ OLMAYI öğrenmek, bunu yürekten hissetmek.
Bir ruhun birinci ihtiyacı, kendi hareketlerine kendisi karar verebilmek. Ne zaman hareket edeceğine, ne zaman duracağına, ne zaman devam edeceğine, ne zaman konuşacağına, ne zaman susacağına KENDİSİ KARAR VEREBİLMELİ KİŞİ.
Ki bu da özgürlüğün tanımı, özgürlükle kölelik arasındaki fark değil mi?
İster bebek olsun, ister çocuk olsun düşünce tarzı bize komik veya aptalca veya çocukca dahi gelse, o düşüncenin sonucunda kalkmaya karar verirse kalkabilmeli, konuşmaya karar verirse konuşabilmeli, susmaya karar verirse susabilmeli.
Bu kendini idare ettiğine olan inanç, sadece ruhi gelişim için elzem değil, kişinin hayattaki başarı derecesine de bire bir bağlı.
Neredeyse tüm başarılı insanlar, çocukluktan beri herkese itaat etmediklerini, hemfikir olmadıklarını, farklı olduklarını, çocukluk hikayelerini anlatırken anlatıyorlar. (Bakınız tüm başarılı insanların hayat hikayeleri, en başta da Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün hayat hikayesi.)
Elbetteki demiyorum ki, bırak çocuğu ne istiyorsa onu yapsın. Ama her 10 hareketinden 8′i 9′u kendi akıl ve kalbinden yola çıkmalı.
Halbuki kreşlerde bütün gün, sabahtan akşama kadar ve günler boyunca tekrar tekrar, tüm bir çocukluk boyunca, çocuktan kendi kararlarıyla hareket etme yeteneği ve izni alınıyor, köreltiliyor, yok ediliyor ve çocuk, itaat eden, grupla birlikte hareket eden bir varlık haline getiriliyor.
Okul dediğimiz ortamda bu etki zaten vardı ve bilinen bir zarardı, o yüzden okula gitmemiş ya da okulda başarısız olduğu için dışlanılmış pek çok insanın başarısını hep duyarız. (Bakınız: Edison, Bill Gates, Steve Jobs) Günümüzdeki en büyük teknoloji dehaları, Üniversiteye gitmemiş veya terk etmişler. Bu da bir ipucu.
Ama benim asıl söylemek istediğim, okulların bu bilinen negatif etkisi eskiden 6-7 yaşlarda başlardı, ama maalesef artık kreşlere indi, 5-4-3-2-1, inmeye devam ediyor.
Bu negatif etkinin en bildik işaretlerinden biri de, bir çok kimsenin notlarının aniden ortaokulda veya lisede yani ruhun belli bir yıpratılma derecesinde düşüvermesi. Bir çok kimse o seneden önce dersleri bir okumayla ya da derste dinleyerek öğrenebildiğini, sınavlara hazırlanmasının gerekmediğini, fakat o seneden sonra devamlı ezber yapması gerektiğini, bir defada öğrenemediğini anlatır.
Tekrar söyleyeyim, bir ruhun en değerli yeteneği kendi kararı ile kendi hareketlerini belirleyebilmesidir.
Bunu minicik çocukken bir kişiden alıyorsak, siz de sanırım görebiliyorsunuzdur, bu yapılmaması gereken bir şey.
Ruha ve maneviyata önem verenlere duyurulur.