22 – Seyredenler, Yaşayanlar ve Yaşatanlar
Bugün size kurslarım sırasında öğrencilerimde gördüğüm harikulade bir değişimden bahsetmek isterim.
Buna kalp gözünün açılması da diyebiliriz.
Tabii unutmayalım, beni takip edip yazılarımı okuyan sizler özel ve farklı insanlarsınız.
Dikkatli, sorumlu, hayatının 8 parçasını kollayan ve koruyan, uyanık bir kitlem var, şükürler olsun Allah’a her fırsatta bunu görüyorum, yaşıyorum, aldığım iletişimlerle, mesajlarla hissediyorum.
Yukarıda bahsettiğim değişim ve kalp gözünün açılması, özel insanlar olan öğrencilerimde çok çabuk gerçekleşiyor.
Ama bilemiyorum toplumun genelinde bu kadar çabuk aşama kaydedilebilir mi yoksa benim öğrencilerim birer istisnalar mı?
**************************************
Nedir bu kalp gözünün açılması aşamaları?
1- Seyreden durumda olmak.
2- Yaşayan durumda olmak.
3- Yaşatan durumda olmak.
Örnek olarak, ufak bir kız çocuğu anneannesini namaz kılarken gördüğünde hayatın 8. parçasında seyreden bir durumda.
İleriki yaşlarda kendisi de namaz kılarsa veya oruç tutarsa vs. hayatın 8. parçasını yaşayan duruma geçecek.
Ve kendisi kızına veya torununa örnek olduğunda da yaşatan duruma gelmiş olacak.
Bir başka örnek de, aslında bu yazının bana ilhamı olan, kaynağı olan bir olay:
Funda Teyze’nin öğrencileri en başta Funda Teyze’yi okurlarken, seyreden bir durumdalar.
Sonra kurslarıma katıldıklarında, Funda Teyze’nin öğrettiklerini ve çekim yasasını yaşayan duruma geliyorlar.
Ve en sonunda çevrelerine, ailelerine, arkadaşlarına çekim yasasını, hayatın 8 parçasını öğrettiklerinde ve örnek olduklarında, “yaşatan” konuma gelmiş oluyorlar.
VE hatta, son günlerde olduğu üzere, sırf kalplerinden geldiği için siteme bağış yaptıklarında da Funda Teyze’yi ve çekim yasasını yaşatan bir durumda oluyorlar.
Allah razı olsun hepsinden.
****************************
Tabii en başta seyretme aşamasından geçiliyor.
Aslında, problem, seyretmek değil, seyretme aşamasında takılı kalmaktan çıkıyor.
İnsan seyretmeli, öğrenmeli ve sonra da yaşamaya ve ardından da yaşatmaya başlamalı.
Pek çok kimsenin hayattaki en büyük derdi, seyreden pozisyonundan çıkmak istememeleri.
Seyretmekten vazgeçememeleri.
Yaşamaya başlayamamaları.
Hayatı seyretmenin kendine has bir zevki bir eğlencesi var.
Bir aşkı seyretmenin kendine has bir zevki ve eğlencesi var. Fakat bu zevk ve eğlence, gerçek hayat değil.
Biraz cesaret, biraz çaba ile gerçek hayatın mutluluklarına adım atmak gerekiyor.
*****************************************
Çok ilginçtir, seyreden durumda olmak diyorum, aslında buna kör demem lazım.
Kalp gözü kapanınca, ruh gözü kapanınca, o kişinin vücut gözü görüyor olsa bile, hayattaki seyircilik pozisyonu sebebiyle, akıl-kalp-ruh gözleri maalesef kör oluyor.
Burada akıl-kalp-ruh gözü kör derken, sanmayın ki öylesine ve estetik havalı bir şeyler söylüyorum.
Altıncı his, ruhumuzun mucizeleri, kendiliğinden yolunda giden olaylar, Allah’ın armağanları, harikualde yaratıcılıklar, harikulade fikirler, hep kalbin ve ruhun sağlıklı olmasına, uyanık olmasına bağlı özellikler.
Bu bahsettiğim körlük, zekayı, altıncı hissi, duyguları hep ters yönde etkileyen bir durum.
Kişinin hayattaki başarı seviyesi, akıl-kalp-ruh gözü kapandıkça azalıyor.
Kişinin başkalarını anlamayan, başkaları tarafından anlaşılmayan, yaşama enerjisi düşük bir insan olmasına sebep oluyor. Yani kalp gözü kör olunca, bunun maddi olumsuz sonuçları da var.
Tabii akıl-kalp-ruh gözünün kapanması, ve beraberindeki seyreden olarak kalma olayı, kişi kötü bir insan olmaya kalbinde izin verdikçe gerçekleşiyor.
Çünkü hem iyi bir insan olup hem de seyreder durumda kalmak mümkün değil. İyi insan, seyreder durumda kalamıyor, aklıyla kalbiyle ruhuyla hayata karışmak, yanlışları düzeltmek, etrafına mutluluk saçmak, yaşamak ve yaşatmak istiyor.
Mesafeli ve seyreder bir bakış açısıyla ve İYİ ile KÖTÜ arasında seçim yapmadan, TARAF tutmadan, ben eşit seviyorum hepsini dediğimiz zaman, kendimizi bir insan seviyesinden ve onun armağanı olan tüm yeteneklerden uzaklaştırmış oluyoruz.
İşte Kuran’dan tam da bu konuda ibret dolu bir ayet:
*****************************************
TAHA SURESİ (TAHA:’tı’ ve ‘ha’ harfleri)
123. Allah dedi: “İkiniz birlikte inin oradan! Birbirinize düşmansınız. Benden size bir hidayet geldiğinde, benim o hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur.”
124. Kim benim zikrimden/Kur’anımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
125. O der ki: “Rabbim, beni neden kör haşrettin, ben gören biri idim?”
126. Allah buyurur: “Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun.”
127. İsraf eden/haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayan kimseleri biz böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı çok daha şiddetli, çok daha kalıcıdır.
128. Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helâk etmemiz onları yola getirmedi mi? Onların yurtlarında/barınaklarında dolaşıp duruyorlar. Akıl sahipleri için bunda elbette ibretler vardır!
Kuran Türkçe Çevirisi Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
*****************************************
Sevgili arkadaşlarım,
İnsanlarda yaşama değil seyretme modası var artık günümüzde.
Seyretmek yaşamaktan daha eğlenceli, daha kolay, daha az cesaret gerektiriyor.
Ve bu insanlar hayata da baktıklarında, sanki bir film seyrediyorlar.
Sanki ruhları ile dünyaları arasında ekranlar, kablolar, perdeler, engeller var.
Bunun en büyük sebebi, insanların televizyon, film, romanlar aracılığı ile okudukları, seyrettikleri, dinledikleri acılı, korkutucu, heyecanlı hayatları seyrede seyrede, içlerinde aracı ve yapay bir sistem kurmaları.
Bir taraftan o filmleri doyasıya tadabilmek, diğer taraftan da o seyredilenleri gerçek sanıp acı çekmemek için, karmaşık bir soğuk bakış ve bir çeşit kendini kandırış yeteneği geliştiriliyor.
Buna mesafeli olma, soğuk olma, sevgisiz olma da diyebiliriz.
Zaten o filmleri seyredip, kitapları okuyup, sağlam kalmak istiyorsak, bu mekanizmayı oluşturmamız ŞART.
Buna “yapay duygu körlüğü” de diyebiliriz.
Tabii bu yapay duygu körlüğü ile beraber, yapay duygu açlığı, yani kendini YALAN HİKAYELERDE kaybedebilme yeteneği de gelişiyor.
Çocuklar televizyonun karşısına oturup, hem o seyrettikleri filmleri DERHAL ve YAPAY bir şekilde hissedebilme yeteneği geliştiriyorlar, hem de kendilerini korumak için, bir donukluk, bir mesafe, bir soğukluk geliştiriyorlar.
Ancak geliştirlen bu YAPAY duygu ve duygusuzluk, çocuğun ve kişinin, GERÇEK HAYATA bakışında maalesef bir çarpıklık yaratıyor.
Artık gerçek hayata bakışta da, bu,
** SEYREDEN OLMA,
** FAZLA BİR ŞEY HİSSETMEME,
** veya YAPAY OLARAK ÇOK HİSSETME,
yetenekleri etkili olmaya başlıyor.
Peki bunun zararı ne?
Donuklaşmanın, duygusuzlaşmanın, ya da aşırı duygu hissetmenin, yaşayan değil, seyreden kişi olmanın zararları ne?
Sevgili arkadaşlarım,
Hayatı seyredince, hayata donuk bakınca, SİZE dokunmadığı müddetçe, bir kötünün zalimliklerine ALDIRMAZ bir gözle bakılıyor.
Hayatta yanlış işler yapanlara, yanlış şeyler öğretenlere, affedersiniz, “ilginç insan” “ilginç kişilik” diye bakılıyor.
Sanki müzede geziliyor da sırayla tablolara bakılıyor ve “iyi insan tablosu” “kötü insan tablosu” ve sonra da yürüyüp gidiliniyor.
Kötülüklerin reklamını yapanlar, kötülükleri öğretenler halbuki o anda, hayatımızın çeşitli parçalarına ZARAR vermekle meşguller.
************************************
Mesela, hayata seyirci olarak bakan bir bayan, tanıdığı ve tanımadığı erkeklerin, hayran oldukları kadın sanatçılara bakarken, o kadınların o genç oğlanlara yaptığı zararı göremiyor.
Olayı, “güzel artistler ve onlara hayran olan oğlanlar” şeklinde bir ilginçlik olarak, sorumsuz bir bakış açısıyla algılayabiliyor.
Eğer bu bayan o oğlanlara SORUMLULUK alarak, RUHUYLA, KALBİYLE BAKABİLSEYDİ, araya soğukluk perdelerini koymasaydı, o oğlanların hayranlıklarına, acıyarak, kızarak ve hatta sinir olarak bakması gerekirdi.
Şöyle düşünürdü o zaman:
“Hayran olduğu kişiye bak. Bunun hayatın 8 parçasına zararlı bir kimse olduğu belli ama yine de hayran. Bu oğlandan koca olmaz.”
İşte bu kızma, gerçeklerin görülmesinin duygusu.
Kötü bir şey görünce, insanın hissettiği doğru duygulanma.
Unutmayalım ki, sorumluluk almak,
- hem bir görev,
- hem de sorumluluk almadığımız zaman, eninde sonunda biz kendimiz zarar görüyoruz o izin verdiğimiz yanlışlıktan.
Bu sebeple, hayata seyrederek ve donuk bir gözle bakmak, sorumluluk bakışımızı kapatmak, ruh gözümüzü kapatmak, çok acı bir hata.
Bunun hayatta bize verdiği ve verebileceği zararların yanında, şunu da çok iyi bilmemiz lazım:
Kalbimiz ve ruhumuz doğal olarak ÇOK YÜKSEK bir sorumluluk seviyesine sahip.
Biz hayata seyirlik bakmaya başlama çabasına girdiğimizde, hayatla aramıza mesafe koyduğumzda, bana dokunmayan 1000 yaşasın dediğimizde, bunu diyebilmek için, ister istemez, kalbimizi ruhumuzu, karanlıklara atmış, köreltmiş oluyoruz.
*****************************************
Hayatta çok başarılı olmuş tüm insanlar, kariyerlerinin başında inanılmaz bir insan sevgisi ve sorumluluk duygusu ile hareket ediyorlar.
Bu insanların başkalarına yardım etmek için inanılmaz bir şekilde çalıştıkları ve çaba gösterdikleri bir gerçek.
Sanki büyük ruh, büyük insan, büyük kalp, ve büyük sorumluluk duygusu BERABER giden kavramlar.
Peki SORUMLULUK ne demek?
Sorumluluk, birinci olarak, başkalarının da iyiliğini en az kendi iyiliği kadar istemek demek.
Yaşadığı çevrede mutluluk görmek istemek demek.
Haliyle bunu yapmanın ilk adımı da, o çevrede etrafına güzellikler saçan her şeyi desteklemek ve o çevrede, ertafına kötülük saçan, zarar veren her şeye de engel olmak.
Bir başka ifade ile İYİ ile KÖTÜ arasında seçim yapmak.
Bir çevrede bir ‘iyiyi’ desteklediğinizde, doğal olarak o çevrede o iyi, etrafına iyilik saçacak ve her taraf daha da güzel olacaktır.
Bir çevrede kötüleri desteklediğinizde, o kötüler büyüyecek ve etraflarına daha da kötülük saçacaklardır.
Eğer tarafsız kalınırsa da, kötülük hakim olacaktır ve kötü etrafına eziyet edecektir ve o çevre bir türlü çiçek açamayacaktır, işte bu da seyirci kalmanın sonucu.
Kötüye seyirci kalmanın sonuçta etrafa daha da kötülük getireceği ortada.
Eğer komşumuz bir mikrop sebebi ile hastaysa ve biz o mikropla komşumuz arasında TERCİH yapmadan, ikisine de EŞİT davranmayı seçersek, o mikrop bir gün size de sıçrayablir ve sizi de hasta edebilir ama ondan da önce, Allah önünde, bir iyiyi bir zalime ezdirmiş olmanın sorumluluğunu yüklenmiş oluyoruz.
Sevgili arkadaşlarım,
Bu mikrop ve komşu örneği konusunda hayatın bir takım TEMEL KAVRAMLARINDAN bahsetmek isterim.
Komşumuzun vücudu ona ait. Burada sahiplik, bir şeyin sahibi olma kavramını görüyoruz.
Komşumuzu hasta eden o mikrop, kendisine ait olmayan bir yere komşumuzun vücuduna İZİNSİZ olarak ve ZARAR verme amacıyla girmiş durumda. Burada başkasının malına zarar verme söz konusu.
Bu mikrop o vücuda girerken haince davranmış oluyor. Vücudun zayıf ve korunmasız noktalarından girmeye çalışır. İçeride hücreleri ele geçirmeye çalışır. Burada hainlik dediğimiz kavram söz konusu, yani akil, niyet, düşünce ve hareketlerin kötülük ve zarar verme etrafında dolaşması konusu.
Eğer izin verilirse, seyirci kalınırsa, o mikrop komşumuzun vücudunu tamamen ele geçirecektir. Burada da başkasının malını zorla almak söz konusu.
Eğer Allah korusun, eğer komşumuz bu hastalık sebebi ile ölürse de, burada anlamamız gereken kavram, başkasının hayatını veya hayatının bir parçasını haksız bir şekilde alma kavramı söz konusu.
Diyeceksiniz ki neden bu temel ve basit kavramlardan bahsediyor Funda Teyze?
Sevgili arkadaşlarım,
Çünkü sorumluluk almadığımız, seyirci kaldığımız HER olayda, bir komşumuzu bir mikroba harcatmış oluyoruz.
Bir genç kız, etrafındaki oğlanların kadın sanatçılara olan hayranlıklarına seyirci kalmış, buna “ilginç” diye bakmış olabilir, ve hatta modernlik adına, kendisi de o kadınlara hayranlık belirtip, bu konuda ne kadar da “açık fikirli ve modern” olduğunu HER FIRSATTA düşünmüş ve belirtmiş olabilir.
Bir gün herhangi bir sebepten, o oğlanların odasını gördüğünde, duvarda o sanatçının açık saçık resmini gördüğünde, kendisi bunu ilginç görüp kıkırdamış bile olabilir.
Cinsel aşırılıklara veya çarpıklıklara gülmek, kıkırdamak, bunları eğlendirici bulmak, hem hayata seyirci olmanın işareti hem de kalpteki gizli bazı zalimliklerin işareti.
Fakat kişi, daha önce seyrettiği, seyirci kaldığı şeylerin içine kendisi yaşamak için katılmak durumunda kaldığında, ve diyelim ki, o oğlanlardan birisiyle evlendiğinde, o oğlanın kalbindeki o yapay ve sahte kadınlarla yarışmak zorunda kaldığını görünce, seyirciliğinin, SORUMSUZLUĞUNUN bedelini, daha doğrusu cezasını çekmiş oluyor maalesef.
Kendisi hayatın doğal parçası olarak hamile kaldığında veya biraz kilo aldığında veya biraz yaşlandığında, veya yaşı ilerlediğinde, kendisine İKİNCİ SINIF kadınmış gibi bakan kocasının NEDEN böyle hissettiğini anlaması gerekirken, maalesef yine seyircilik ve sorumsuzluk illeti sebebi ile,
“Bütün erkekler böyle.” veya “Kocam niye beni çok sevmiyor?” “Kocam beni niye beğenmiyor?” diye dert yanmaya başlıyorlar.
Oysa ki, bu arkadaşımızın, varsa şu anki seyircilik durumundan, eğer şu an yoksa da geçmişteki seyircilik durumları için sorumluluk alması ve temizlik yapması gerekiyor.
Bana dokunmayan 1000 yaşasın mantığından çıkıp, seyircilikten çıkıp, yaşayanlar basamağını hakkını vererek geçip, YAŞATANLAR sınıfına terfi etmesi gerekiyor.
İçinde bulunduğu körlükten çıkması, kurtulması, sorumluluk alması gerekiyor.
Bu yapılmadığı müddetçe de, yılanlar hayat ormanını sarıyor ve şu an size dokunmasalar bile, ENİNDE SONUNDA size de zarar veriyorlar.
Hem kalbiniz, hem ruhunuz hem de Allah, “Bana dokunmayan zararlı 1000 yaşasın” dediğinizde, sizi onlarla beraber bir geleceğe mahkum ediyor.
Kalbinizin, ruhunuzun ve Allah’ın iyi kalpli ve sorumluluk sahibi tüm insanlara hazırladığı armağanlardan mahkum kalmak da cabası.
Çekim yasasını seyredenlerden, yaşayanlar basamağına çıkmanız için sizi Ağustos’taki seminerime davet ediyorum.
Akıl, kalp, ruh gözümüzün açılması, iyi ile kötü arasında iyiden taraf olmayı gerektiriyor.
İyiden taraf olmayan, değil kalp gözü açılması, gözü görürken Allah tarafından KÖR olarak değerlendiriliyor.
Size de bol temizlik yapmanızı tavsiye ederim.
Akıl, kalp, ruh gözünüzün açılması için bol bol temizlik yapın.
Maraton, kurs, seminer, temizlik fırsatlarını kaçırmayın.
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
11:42, 11 Haziran 2012
Sevgili Funda Teyze,
Yine çok önemli farkındalıklar elde ettim bu makalenizle. Ben de eskiden hayata karşı böyle mesafeli, soğuk ve taraf tutmadan bakardım. Bu da sanki iyi bir şeymiş gibi kendimi objektifim, tarafsızım ben diye kandırırdım. Allah’a çok çok şükürler olsun ki ben de sayenizde uyandım. Makalelerinizle, kurslarınızla. Makalenizi okuduktan sonra o günler için tekrardan temizlik yaptım ve iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya Allah’a sığınarak karar verdim ve niyet ettim.
Allah’a çok çok şükürler olsun.
Çok çok teşekkürler sevgili hocam.
Çok çok sevgiler.
14:26, 15 Haziran 2012
Alev arkadaşım,
Çok çok tebrik ederim, hem harikulade farkındalıklarını hem yaptığın temizlikleri hem de verdiğin harikulade kararı ve ettiğin niyeti.
Hayırlı uğurlu olsun hayatının HER parçasına.
PAylaştığın için çok çok sağ olasın.
Çok çok sevgiler.