Türk Filmi, Polyanna ve Arabesk

Önemli not:
Polyanna adlı hikayeyi arabesk ve karamsar olarak nitelememe sanırım pek çok kimse inanamayacaktır. :D

Bu makale ile, gözlerimizi kör eden bazı konular hakkında gerçekleri açıklamaktan çok mutluyum.

Lütfen bu makaleyi anlamak niyeti ile okuyun. Dileğim ve niyetim, çekim yasası hakkında yepyeni farkındalıklara ulaşmanız. :D

*************************************************

Hayatta kendimizi nasıl görüyoruz?

** Karamsar, mağdur olmuş, haksızlığa uğramış bir kişi olarak mı?

** Başına sürekli felaketler gelen, karşısına sürekli ezen, mağdur eden veya mağdur olmuş insanlar çıkan bir kişi mi?

** Yokluk içinde, çaresiz, fakir ve ezilmiş  bir kişi olarak mı?

** Yoksa umut  dolu, güçlü, şükür içinde, başına sürekli güzel şeyler gelen, karşısına hep yardımsever, şükür dolu insanlar çıkan, hayatta hep güzel şeyler yaşayan, başına gelen her olaydan bir ders çıkartıp daha da güçlü, daha da bilgili ve şükrederek hayata mutlulukla devam eden bir kişi olarak mı?

Çekim yasası, “karamsar, mağdur, haksızlığa uğramış” düşünce ve duygularıyla hayatını yaşayan insanların, beklediklerini AYNEN bulmaları, ve aynı şekilde, “umut  dolu, güçlü ve şükür içinde” düşünce ve duygularla hayatını yaşamaya özen gösterenlerin de beklediklerini AYNEN bulmaları üzerine işliyor.

Sanırım şu da bir gerçek ki, “karamsar, mağdur, haksızlığa uğramış” duygu ve düşüncelerini hepimizin hissetmişliği vardır:

Çocukken, kardeşimiz yaramazlık ve gürültü yaparken, annemizin gelip bize de kızması…

Okulda da aynı şekilde, başka öğrenciler yaramazlık yaparken bizim öğretmenimiz tarafından azarlanmamız…

Çok istediğimiz o oyuncağın alınmaması ve ona hiç kavuşamayacağımızı düşünmek…

Anne ve babamız kavga ederken hissettiğimiz o korku…

Çok sevdiğimiz bir şeyi veya bir kimseyi kaybetmek…

Sahip olmak istediğimiz şeylerin başkalarında bol bol bulunduğunu görüp, bizim ulaşamayacağımızı düşündüğümüz anlar…

Evet herkesin hayatta karamsar, mağdur, haksızlığa uğramış hissettiği anlar oluyor ama problem bu anları yaşamışlığımız DEĞİL.

Problem, bu anlara YAPIŞIP KALDIĞIMIZ ZAMAN başlıyor.

Peki bu anlara ne zaman yapışıp kalıyoruz?

Hayatın bu anlarla anlam kazandığını, bu tür “karamsar, mağdur, haksızlığa uğramış” hissettiğimiz anların “BİR FİLM GİBİ” olduğunu düşünüp, buna yürekten inandığımız zaman bu anlara yapışıp kalıyoruz.

Bir film gibi, derken kastım, o anların yaşanmaya değer olduğunu, anlatmaya değer olduğunu düşünmeyi kastediyorum.

Hayatın bunlarla anlam kazandığını düşünmeyi kastediyorum.

Çocukken seyrettiğimiz o acıklı, ağlatan Türk filmleri, çocuk aklımızda ve kalbimizde, ve maalesef bu tür dramları çok seven, bu tür dramlara karşı çok hassas ve zayıf olan  ruhumuzda, “İŞTE HAYAT BU” deyip, normal, sıradan, olaysız bir hayatın “banal, sıkıcı, sönük” olduğuna KARAR vermemize sebep olabiliyor.

Film kahramanlarının yaşadıkları, üstelik etkileyici ve estetik bir şekilde çekilmiş film sahneleri ruhumuza yapışıp kalıyor.

Eğer çocuklukta “Polyanna” adlı kitabı okumuşluğumuz varsa ve çok etkilendiysek de yine vay halimize. :D

Çünkü çekim yasasını öğrendikten sonra, “Acaba “olumlu bir insan” olmamda bana yardımcı olabilir mi?” diye hemen bir kitapçıdan satın alıp okumuştum.

Sevgili arkadaşlarım, uğradığım şoku sizlere nasıl anlatsam acaba?

Çekim yasası bilgileriyle baktığım zaman, “Polyanna” isimli bu kız çocuğunun hikayesinin aslında, hayatta bizi olumsuzluğa, negatifliğe, karamsarlığa, mağdurluğa ve haksızlığa uğramışlık duygusuna EN USTACA, EN ÇAKTIRMADAN, EN DERİNDEN düşürdüğünü gördüm.

Acılı bir hayata, çeşit çeşit haksızlıklar ve buna rağmen pozitif olma ve çevresine umut saçma amacıyla, hayatın 8 parçası uyum içinde olmayan insanlara övgülerle devam eden hikaye, sonuçta başroldeki kızın sakat kalmasının uzun uzun anlatılması, insanı hüngür hüngür ağlatacak bir son ile hikayenin biterken, son 2-3 paragrafta, gelecekte kızın iyileşip mutlu sona ulaştığının kısacık verilmesi, insanı hayat hakkında olumlu yapmak bir yana, en ağdalı arabesk şarkı ve en acıklı Türk filmi kadar umutsuzluğa itiyor.

Ancak bu anlayış, keşif ve görüşe ulaşabilmek için, çekim yasasını çok iyi anlamış, kendimizi bu mağdur mentalitesinden çok güzel temizlemiş, Allah’a dayanmayı, güvenmeyi, şüküre odaklanmayı çok güzel başarmış olmamız gerekiyor.

Aynı şekilde, yıllar boyunca seyrettiğimiz o acıklı, ağlatan Türk filmlerinin üzerimizdeki etkisinden de çıkmış olmamız gerekiyor.

Ve tabii, yıllarca, dinlediğimiz veya biz istemesek de kulak misafiri olduğumuz o , “Öldük-bittik-mahvolduk, ama yine de yıkılmadık ayaktayız.” arabesk şarkılarının etkisinden de çıkmış olmamız gerekiyor.

**************

Burada bir minik parantez açıp, çok ilginç bir noktaya dikkat çekmek isterim.

*** Bu acıklı, ağlatan, karamsar filmleri çekenler,
*** Acıklı, ağlatan, karamsar kitapları yazanlar,
*** Acıklı, ağlatan, karamsar şarkıları yapanlar,

insanların ruhundaki bu ZAYIF noktaya dokunup (daha doğrusu deşip) gerek film, gerek kitap, gerek müzik endüstrisinde yükselip, zenginlik içinde yaşarken,

düşünce ve duygularını sömürdükleri insanlar da “gözleri kör” bir şekilde hem onların ürünlerine paralarını seve seve veriyorlar, hem de bu ürünler sayesinde içinde kalmaya devam ettikleri “mağdur mentalitesi” ile, kendi hayatlarında daha da mağduriyet, daha da yokluk, daha da eziyet çekiyorlar.

Zalimin zenginleşmesi, mağdurun ona destek vermesi, ona yapışıp kalması sebebi ile oluyor.

Mağdurun daha da mağdur olması, kendisinin zalimlere verdiği destek ve yardım sebebi ile oluyor.

Allah bizi zalim olmaktan da cahil olmaktan da korusun.

**************

Peki çare ne?

Çare önce kendimize bakmak, kendimizi düzeltmek.

1 - Hayatta hangi konularda, karamsar, mağdur olmuş, haksızlığa uğramış hissettik veya hissediyoruz?

2 - Başımıza sürekli kötü şeyler mi geliyor?

3 - Sürekli haksızlığa mı uğruyoruz?

4 - Hep olmadık, yanlış insanlarla mı karşılaşıyoruz?

5 - Herkes bize karşı mı?

6 - Kendi kendimize iken hayatımızdaki problemler hakkında düşünmeye, ağlamaya, yakınmaya çok mu meyilliyiz?

7 - Başkaları ile birlikteyken, hayatımızdaki problemler hakkında konuşmaya, ağlamaya, yakınmaya çok mu meyilliyiz?

8 - Şükürlerimiz hep AMA ile devam edip, hemen hayatımızdaki yokluklara mı odaklanıyoruz?

9 - Olaylarda hemen bir olumsuzluk, negatiflik, karamsar, acıklı bir nokta mı buluyoruz?

10 - Başkalarından duyduğumuz olumsuz bir söz veya bir eleştiri, hemen bizi karamsarlığa, mutsuzluğa mı düşürüyor?

11 - Başımıza gelenler için kendimizi suçluyor ama durumu düzeltmenin bizim kontrolümüzün dışında olduğunu mu düşünüyoruz?

12 - Başımıza gelenler için başkalarını suçluyor ve onları affetmeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyor muyuz?

13 - Başımıza gelenlerde kendi payımızın sorumluluğunu alıp, hayatımızın gerekli parçalarından özür dilemeyi red mi ediyoruz?

14 - Başımıza gelenlerin “kader” olduğunu düşünüp, değiştirmek için elimizde hiç bir gücün olmadığına inanıp, sızlanmayı mı tercih ediyoruz?

15 - Olan bitenlerde bizim bir payımızın olmadığını ve bu sebeple değiştirmeye de gücümüzün yetmeyeceğine mi inanıyoruz?

16 - Başımıza gelen kötü şeylerin Allah’tan geldiğine, Allah’ın bizi cezalandırdığına mı inanıyoruz?

Bu sorulardan “evet” diye cevap verdiklerinizi, iyice inceleyin.

Ve o “evet” dediğiniz konuda, bir “Türk filmi” sahnesi, bir “Arabesk” şarkı havası olup olmadığına bakın.

Bu “estetik ve film gibi” anları gördüğümüzde “adını koymak” ve o estetiği FARKETMEK çok önemli.

Bu anların “biraz yapay” “biraz abartılı” ve “bir film oynanıyormuş” gibi olduğunu ve bu tür estetik anlara, ruhumuzun takılıp kaldığını ve tek yapmamız gerekenin “Aaa bu an tam da bir film gibi olmuş, çok acıklı, çok şık, çok havalı, çok estetik” vs. şeklinde farketmemiz çok önemli.

Biz bunu farkedince, o anların etkisinden çıkabiliyoruz.

Bu sebeple tek yapmamız gereken, o anlara karşı gözümüz açık tutmak ve yakaladıkça “İşte estetik bir an.” “İşte güzel bir sahne.” “İşte acıklı bir sahne” hatta eğer gerçekten seyrettiğimiz bir filmdeki bir an gibiyse, o zaman da, “Aa tam da Filiz Akın filmi gibi” veya “Aa tam da Türkan Şoray gibi ağlamışım” veya “Aa tam da Fatma Girik gibi acı çekmişim.” veya “Aa tam da Hülya Koçyiğit gibi haksızlığa uğramışım.” vs şeklinde belirtelim.

(Not: Benim verdiğim örnekler maalesef benim çocukken seyrettiğim filmlerden. Günümüzde seyredilen dizileri, filmleri vs. bilmediğim için örnek veremiyorum. Allah o filmleri seyredip etkilenenlere yardım etsin, doğru yolu göstersin. Gözlerini kulaklarını açsın, onları iyi-güzel-doğru şeyler öğretenlerle buluştursun.)

Sevgili arkadaşlarım,

Umut  dolu, güçlü, şükür içinde, başına sürekli güzel şeyler gelen, karşısına hep yardımsever, şükür dolu insanlar çıkan, kendisi de yardımsever, hayatta hep güzel şeyler yaşayan bir kişi olmak istiyorsak, İLK adım kendimizi mağdur olarak görmekten kurtulup, hayatımızın sorumluluğunu üzerimize almak.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, önce durumu olduğu gibi kabul etmek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, hatalarımızı görmek, kabul etmek ve vazgeçmek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak, kolları sıvamak demek.

Sorumluluğu üzerimize almak, bilerek, bilinçli bir şekilde şükretmek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, hatalarımız için af dilemek, kendimizi temizlemek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, affetmeyi de bilmek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, eski hatalarımıza geri dönmemek demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, hayatımızın 8 parçasını da kucaklamak ve onlara zararlı olan şeyler için zamanımızı, paramızı, enerjimizi, çabalarımızı harcamaktan KAÇINMAK demek.

Sorumluluğu üzerimize almak demek, hayatımızın 8 parçasını da kucaklamak ve onlara faydalı olan şeyler için zamanımızı, paramızı, enerjimizi, çabalarımızı harcamak demek.

Sorumluluğu almak demek, medyanın, reklamların, filmlerin, şarkıların-türkülerin, kitapların-romanların, estetik bir şekilde ruhumuza işledikleri ve bilinç altımıza kazıdıkları o “hayatın 8 parçası da uyum içinde yaşanan, normal” bir hayatın sıradan, sıkıcı, anlatmaya değmez, konuşmaya değmez, şarkı yapmaya değmez, kitap yazmaya değmez, yaşanmaya değmez olduğu inancına prim vermemek, kabul etmemek ve her şeye rağmen, düzgün ve normal, hayatın 8 parçası da uyumlu bir hayat yaşamaya KARAR vermek, NİYET etmek demek.

Sorumluluğu almak demek, medyanın, reklamların, filmlerin, şarkıların-türkülerin, kitapların-romanların, estetik bir şekilde ruhumuza işledikleri ve bilinç altımıza kazıdıkları o “hayatın herhangi bir parçasına aykırı, zıt, karşı çıkarak yaşanan, sıradışı” bir hayatın heyecanlı, güzel, anlatmaya değer, konuşmaya değer, şarkı yapmaya değer, kitap yazmaya değer, yaşanmaya değer olduğu inancına prim vermemek, kabul etmemek ve her şeye rağmen, düzgün ve normal, hayatın 8 parçası da uyumlu bir hayat yaşamaya KARAR vermek, NİYET etmek demek.

Sorumluluk almak demek, hayatımızın 8 parçasını da anlamak, sevmek ve kucaklamak demek.

Hepinize bol bol anlayışlar, bol bol keşifler, bol bol farkındalıklar dilerim.

Çok çok sevgiler.

*************************************

İşte Kuran’dan mağdur mentalitesinden çıkmamıza yardım edecek bir kaç ayet:

İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir.
NİSA 79

Melekler, öz benliklerine zulmetmiş olanların canlarını alırken, onlara şöyle dediler: “Neredeydiniz siz?” Cevap verdiler: “Yeryüzünde ezilip horlananlardandık biz.” Melekler dediler ki: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi ki orada bir yerden bir yere göçesiniz?” İşte böylelerinin varacağı yer cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir o!
NİSA 97

Nisa: Kadınlar

Kuran Tercümesi: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk

*************************************

Follow Me on Pinterest Pinterest'te Takip Et!
 
Yorumlar (0)

Henüz yorum yok.

Yorum Yaz

Bu site, çok sevgili ve değerli ÖĞRENCİLERİM ve öğrencim olmak isteyen bayanlar için hazırlanmıştır.

Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:

Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.

Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.

Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.

31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.

Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.

Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.

Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.

Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,

=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================

Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D

No trackbacks yet.

Mesaj gönder!
Loading...