Tarihten Günümüze Çekim Yasası Dersleri…
DİKKAT DİKKAT: Uzun Makale!
Okumak için tatlı tatlı zamanınız varken okuyun.
Sevgili arkadaşlarım,
14 Temmuz’da gerçekleşen, 5 ELZEM TEMİZLİK Telesemineri, benim için de yepyeni temizlik kapıları açtı, çok şükür.
Hayat amacımızda ilerledikçe, hayatın 8 parçasında da, faydalı hayırlı uğurlu olduğuna aklen ve kalben hemfikir olduğumuz adımlar attıkça, yepyeni temizlik kapıları da açılıyor çok şükür.
Ve biz bu kapıların hakkını verdikçe, yani Allah’a sığınıp temizlik yaptıkça hayat amacımızda da daha derinlere iniyor, hayat amacımızda daha da gelişiyor, büyüyor, netleşiyor, bilinçleniyor ve ustalaşıyoruz.
İşte 14 Temmuz’daki teleseminerim öncesi heyecanla hazırlıklarımı yapıp saatin gelmesini beklerken, hayat amaçlarımız hakkında içimden dökülen ve hemen bir kağıda not aldığım tarif:
Öğretildiğin,
Yanlışlıkla kabul ettiğin,
Veya zorla kabul ettirildiğin,
Bilerek veya bilmeyerek aldığın,
İyiyi, güzeli, doğruyu, iyi, güzel, doğru BİLGİ, SÖZ, HAREKET ve her türlü hayırlı, uğurlu, faydalı şeyi kucaklamak, kendine almak, onaylamak, takdir etmek, sevmek, benimsemek.
Ramazan’da bana mutlaka bir iki dert yanan e-posta gelir. İşte efendim, oruç tutamayanlara bazı yerlerde yemek verilmiyormuş, bizim canımız yok mu türünden.
Tabii kimden bahsediyor, nereden bahsediyor bilmediğim için benim bir yorum yapmam dahi mümkün değil.
Ama, Ağustos’un 12′sindeki seminerim için biz, her ne kadar iftarı beraber açacaksak da, öğle saatinde 1 saat oruç tutmayan, bebek bekleyen arkadaşlar için mola vereceğiz.
Ama tabii ki amaç oruçlu insanların arasında göstere göstere yemek yemek değil.
Her şeyin bir adabı var, değil mi sevgili arkadaşlarım?
Karşılıklı sevgi, saygı, anlayış içerisinde bakıldığında problem de kalmıyor değil mi?
Ama iki zıt uçtaki insanlar bu sevgi, saygı ve anlayıştan o kadar uzak olabiliyorlar ki, bu hassas konu hakkında bir makale yazıp, Ramazan öncesi yangına körükle gitmeyi hiç istemem.
Ama, biliyorsunuz benim çok sevdiğim ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ türünden bir yazıya ne dersiniz?
Gerçi bu kez ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ değil de, ‘komşunun gelini hakkında konuşuyorum, bizim gelin anlar inşallah’ daha uygun olacak.
Çünkü sevgili arkadaşlarım, bugün sizlere Kuran’dan da aldığımız bilgiler ışığında, biraz Hristiyanlık dininin tarihinden bahsedip, bazı dersler çıkartmanıza, anlayışlar, keşifler elde etmenize yardım etmek isterim.
***************************************
Öncelikle bilelim ki, sevgili arkadaşlarım,
Kuran’dan öğreniyoruz ki, ruhbanlık denilen, o kilise kurumu, papazlık vs. sistemi aslında Hristiyanlığın özünde yokmuş.
Bu sonradan kim çıkarttıysa artık, çıkmış bir şey.
İşte bu konudaki Kuran’dan ayet:
*****************************************
HADİD SURESİ 27 (Hadid: Demir)
Sonra onların eserleri üzere, resullerimizi art arda gönderdik. Meryem’in oğlu İsa’yı da onların ardınca gönderdik. Ona İncil’i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Bir bid’at olarak ortaya çıkardıkları ruhbaniyeti, onlar üzerine biz yazmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Ama ona gerektiği şekilde saygılı olmadılar. Onların, iman edenlerine ödüllerini verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmış olanlardır.
Hadid: Demir
bid’at: dinde olmayıp da dine sonradan giren uygulama
ruhbaniyet: Rahiplerin dünyadan el etek çekerek yaşamaları durumu
Kuran Türkçe Çevirisi: Sayın Prof. Yaşar Nuri Öztürk
*****************************************
Görüyoruz ki, aklen ve kalben Allah’a iman eden hristiyanlar hakkında Kuran’da çok güzel övgüler var.
Ama bugün size tarih bilgimden biraz hristiyanların İsa’dan sonra yaşadıklarının ve bölünmelerinin hikayesini anlatmak isterim:
İsa peygamber biliyorsunuz Roma İmparatorluğunda dünyaya geldi.
O zamanlar Roma imparatorluğu, neredeyse tüm Avrupa, Anadolu, Orta Doğu, Afrika’nın kuzeyi vs kapsıyormuş. Yani bugünkü Avrupa Topluluğunun daha da büyüğü bir konumdaymış.
O zamanın insanlarına da aynı Avrupa Topluluğunun amaçladığı gibi, nispeten daha medeni, yolu olan, kanunları olan bir hayat tarzı sağlamış.
Romalılar YOL YAPMALARI ile ünlü.
Her gittikleri ülkede yol yapmışlar. Bu sebeple de her yol Roma’ya çıkar diye bir söz var.
Hatta tüm yollar, işin ilginç yanı, Roma’daki mecliste birleşiyormuş. Yani bir nevi, meclisten her yer yönetiliyor anlamında.
Topraklarına kattığı ülkelere medeniyeti getirdiği ölçüde, Roma imparatorluğu büyümüş, kabul görmüş, gelişmiş.
Medeniyeti getirdiği sürece büyümüş, yani,
** YOLLARI,
** KANUNLARI,
** TİCARET medeniyetini,
getirdiği sürece.
Ne zaman ki, bunu bırakıp, medeniyet getirmekten vazgeçip, işgal ettiği ülkelerin özel hayatına karışmaya, onlara hükmetmeye ve bir işgalci gibi davranmaya başlamış, o andan itibaren de, bir işgalcinin yaşayacağı tüm problemlere davetiye çıkarmış.
Bunun sonucunda da Cumhuriyetini kaybetmiş, gerilemeye ve ardından da, çöküş devrine girmiş.
************************************
İsa peygamberden sonra, hristiyanlar, Roma imparatorluğunda çok eziyetli zamanlar geçirmişler.
Hristiyanlığa bir din olarak, resmen izin verilmesi, İsa peygamber’den 300 yıl kadar sonra gerçekleşmiş.
Romalılar, hem çok tanrılı bir dine sahiplermiş, hem de Sezar dedikleri krallarına ve yöneticilerine de tapılması gerektiğine inanıyorlarmış.
Bunu kabul edemeyen hristiyanları “yönetime ve kanunlara saygısız” insanlar olarak görüp, değişik yıllarda, değişik şekillerde ezme, yok etme, cezalandırma kampanyaları ve büyük zalimliklerle, çok canlarını yakmışlar.
Hristiyanlar ve Romalılar derken, yanlış anlaşılmasın, hristiyanların arasında hristiyanlığa inanan Romalılar da var.
300 yıl kadar süren bu eziyetlerden sonra, bir kral, (adı da Konstantin) Hristiyanlığı hem kabul etmiş, hem de imparatorluğun dini olarak kabul edip, çok tanrılı dini bırakmış. Sonra da Byzantium adlı şehri Roma İmparatorluğunun baş kenti yapıp, adına da yeni Roma demiş. Ama insanlar onun onuruna, onun hatırına bu şehre Konstantinopol demeyi tercih etmişler. Sonra da bu şehir İstanbul olmuş.
Bu arada bu 300 yıllık eziyet döneminde Kuran’da, çok sevdiğim, Allah’ın izni ve yardımı ile bir mağara’da uyuyarak kurtulan şu iman eden bir grup Hristiyanın, çok duygusal ve Allah’ın mucizeleriyle dolu hikayesini de vermek isterim. Siz de Allah’a sığınarak okuyun lütfen.
***********************************
KEHF SURESİ (Kehf: Mağara)
9- Yoksa sen o Ashab-ı Kehf’i, mağara ve kitabe yâranını, bizim ayetlerimizden, hayrete düşüren bir tanesi mi sandın?
10- Hani, o yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: “Ey Rabbimiz, katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize.”
11- Bunun üzerine birçok yıl boyunca mağarada onların kulakları üzerine ağırlık vurduk.
12- Sonra onları dirilttik ki, iki zümreden hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edebileceğini bilelim.
13- Biz onların haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar, Rablerine iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini artırdık.
14- Kalpleriyle aramızda bir bağ kurduk/kalplerini dayanıklı kıldık. Kalkıp şöyle dediler: “Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilaha yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz söylemiş oluruz.”
15- “Şunlar, şu kavmimiz O’ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir kanıt getirselerdi ya! Yalan düzerek Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir?!”
16- “Madem ki onlardan ve Allah dışındaki taptıklarınızdan yüz çevirip kenara çekildiniz, hadi mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir nasip yaysın ve işinizde size kolaylık ve başarı sağlasın.”
17- Güneş’i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah’ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir velî asla bulamazsın.
18- Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçardın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.
19- İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: “Ne kadar durdunuz?” Dediler: “Bir gün yahut günün bir parçası kadar.” Dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin.”
20- “Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi kendilerinin milletine döndürürler. O takdirde bir daha asla kurtulamazsınız.”
21- Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah’ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. “Onların üstüne bir bina kurun.” dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: “Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz.”
22- “Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi.” diyecekler. Şunu da diyecekler: “Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi.” Gaybı taşlamaktır/bilinmeyen şey hakkında atıp tutmaktır bu. Şöyle de derler: “Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan, çok azdır.” O halde, onlar hakkında yüzeysel bir tartışma dışında hiçbir çekişmeye girme. Onlar hakkında, konuşup duranlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiçbir şey için, “Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım.” deme.
24- “Allah dilerse” şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de: “Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır.”
25- Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.
26- De ki: “Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O’nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların, O’ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.”
27- Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. O’nun dışında bir sığınak/bir dayanak asla bulamazsın.
28- Benliğini, sabah akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbini bizim zikrimizden / Kur’anımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır.
29- Ve de ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.” Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!
30- İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.
Kehf: Mağara
Ashap: sahipler
Ashab-ı Kehf: Mağara arkadaşları
yaran: dostlar
Zümre: Topluluk, takım, grup
Kuran Türkçe Çevirisi: Sayın Prof. Yaşar Nuri Öztürk
***********************************
Şükürler olsun, BİNBİR ANLAYIŞ ve KEŞİFLE Allah’ın bize lütfu ve yol gösterişiyle bu çok değerli bilgileri anlayarak okuyabildiğimiz için.
Allah, Yaşar Nuri profesörümüzden razı olsun, ve Allah’a sonsuz şükürler olsun.
************************************************
Tabii, sevgili arkadaşlarım, bizim de sıradan vatandaşlar olarak, Hristiyanların yaşadıkları eziyetlerden ve özellikle de bu yiğit gençlerin yaşadıklarından çıkartacağımız dersler var:
Allah yolunda siz doğruyu biliyorsanız ve buna inandıysanız, bütün toplumun veya yönetimin size eşlik etmemesinden gocunmamak ve yılmamak gerekiyor.
İnsan bazen HERKESİN kendisine eşlik etmesini, onaylamasını, destek çıkmasını bekliyor.
Ama bazen hayatta böyle destek görmenin gücüyle değil, “YALNIZ ama DOĞRU” olmanın gücüyle hareket edip, sadece Allah’tan onay alabilme imtihanı ile karşılaşabiliyoruz.
Bazen cesaretimizi ve enerjimizi, etrafımızdaki insanlardan değil, aklımız ve kalbimizdeki haklılıktan almamız gerekiyor.
Kalp temizliği ile Allah’a inanan bir kişi, sırtını sadece Allah’a dayamalı, toplumun, yönetimin ve çoğunluğun onayını fazla aramamalı.
Bir diğer ders de, yönetimler veya toplum, bazen saçmalarlar.
Haklı ve güzel bir şeye karşı, adalete karşı soğuk, cahil, hoşnutsuz ve hatta çok zalim bir şekilde yaklaşabilirler.
Kendimizi fazla yıpratmadan, ezdirmeden, fırtınalarda fazla zarar görmeden, olayı atlatmamız gerekiyor.
Allah, gerekirse, bu eziyetlerde bir MAĞARADA yıllarca geçirmemizi, ona güvenip, onun mucizelerine inanmamızı istiyor.
Romalılar 300 yıl kapris ve zalimlik yaptıktan sonra, Hristiyanlığı kabul edebilmişler.
Özetle, kişi kendini bu genellikle geçici zalimliğe yem etmemeli.
Gerek çevresine, gerek inanmayanlara, gerek cahillere, gerekse zalimlere. Çünkü onlar bazen saçmalarlar.
Mesela diyelim ki, kız kardeşimiz, veya eşimiz, veya bir arkadaşımız, çekim yasası ile ilgilenmemize, bu uğurda maddi, ve manevi çabalarımıza, alaylı veya sataşmalı veya tasvip etmeyen bir şekilde yaklaşıp bizi üzüyorsa, olaya biraz uyanık yaklaşıp, bu cahillik veya zalimlikten zarar görmeden olayı atlatmamız gerekiyor.
Çünkü onlar bir kaç sene sonra uyanıp, doğruyu bulup, “sen haklıymışsın” diyebilir ama o arada biz de gördüğümüz zararla kalp kırıklığı ile kalmayalım.
Tabii ki gönül ister ki, sevdiklerimiz, bizim yaptığımız güzellikleri desteklesinler, bizi anlasınlar, dinlesinler, bizim hayatın 8 parçasında amaçlarımızı, iyi niyetlerimizi desteklesinler.
Ama unutmayalım ki, bazen insanların bir şeyi anlaması 300 yıl sürebiliyor.
İşte bu da Roma’dan ve Hristiyanlığın ilk zamanlarından çıkartabileceğimiz bir ders.
************************************************************
Aslında bir diğer ders daha var, o da fırtınada kalınca Allah’a dua eden, fırtına olmayınca da Allah’ı anmayan ve günah içinde yaşayan insan karakteri ile ilgili.
Roma devletinin başlangıçı, İsa’dan önce 500 yıllarında.
Bu başlangıçtan sona, en yüksek haline ulaşana kadar, Roma defalarca bütün Romalıların umudunu kestiği bir şekilde kötü ve yozlaşmış hallere düşmüş, fakat her seferinde her şeye rağmen, yeniden toparlanıp, yeniden yükselmiş.
Ve İsa peygamberden yaklaşık 100 yıl sonra da, EN gelişmiş haline ulaşmış.
Ve bundan sonra, taa yok olana kadar, Batı Roma 476 yılına, Doğu Roma da 1453 yılına kadar, hep düşüş devrini yaşamış.
Ana dersimiz şu ki,
Roma düşerken, Hristiyanlık ve Allah’a iman sayesinde, biraz yok olmasını geciktirilebilmiş olmasına rağmen, yozlaşmış bir toplum ve yozlaşmış yöneticiler ile maalesef yok olmasına engel olamamış.
Yani yozlaşmışlık, gevşeklik, günahkarlık hakimken bir topluma, bunları düzeltmeyip, sadece başı sıkıştığında gidip Allah’a dua etmek, Allah’ın yardımını almaya yeterli olmayabiliyor. Tabii Allah kendine uzanan eli geri çevirmiyor ama en güzel sonuç yozlaşmışlık, gevşeklik ve günahkarlıktan vazgeçerek dua etmekle alınıyor.
Sizce doğu Roma’nın Batı Roma’dan sonra TAM BİN YIL daha yaşamış olmasının sebebi neydi dersiniz?
Bence, o bin yılda defalarca, gelen, (bizdeki Yaşar Nuri Öztürk gibi) din reformcuları, dini saf haline döndürmeye çalışan aydın bilginler, aydın yöneticiler idi. Ve onların dinlenmediği oranda çöküş geldi.
****************************************************
Tabii bir de Hristiyanlık tarihinden alacağımız bir diğer ders olarak da, onların Katolik, Ortodoks, Protestan olarak ayrılmaları konusu var.
1000 yıllarında ESASEN politik sebeplerle, yani ben yönetirim, sen yönetemezsin vb. sebeplerden, Katolik ve Ortodoks olarak hristiyanlar ayrılmışlar.
Şu sıralarda dünyada Katolik insanların sayısı 1 milyar kadar, Ortodoksların sayısı da 300 milyon kadar. Ve Protestanlar da yaklaşık 650 milyon kişi.
Tabii bu rakamlar, kayıt üzerine verilen rakamlar, gerçek inancı gösteren rakamlar değil.
Ortodoks kilisesi, Bizans, Rusya, Ermenistan, Yunanistan bölgesinin kilisesi.
Tarihte, Ortodoksların en büyük problemleri, en büyük iç çelişkileri, “İsa’nın ve diğer büyük din insanlarının resimlerine karşı mı dua edilecek yoksa bu yapılmamalı mı?” olmuş.
Bu dert ve bu tartışma çerçevesinde çok acılı zamanlar yaşanmış. Bu konu onların iç aleminde, doğruyu yapmak isteyenlerle, eski alışkanlıklarını devam ettirmek isteyenler arasındaki bildiğimiz çekişme aslında, değil mi?
O resimlere tapma olayı aslında Roma’dan ve çok tanrılı dinlerden gelen eski bir alışkanlık.
Sanırım, halkın bazı cahil kısmından gelen baskıyla, zamanın kilise yönetimi, doğru bildiğini yapmayıp, biraz çıkarcı hareket ederek, bu resimlere tapma olayına bütün bilgin ve aydınların karşı çıkmasına rağmen, göz yummuş hatta onaylamış, ve Ortodoks kilisesinin tarihine baktığımızda, yaptıkları bu gurur kıran yanlış, onların Allah tarafından da oldukça yalnız bırakılmalarına sebep olmuş, o zamandan beri, Ortodoks kilisesi hiç toparlanamamış.
*************************************************************
Katolik kilisesi de, başlangıçta, Ortodokslardan daha zayıfken, Avrupa’nın dünya’ya hakim olmasıyla dünyaya da yayılmış.
Katolik kilisesi, teknik bir sekilde yaptığı bir yanlış sebebiyle, şu an dünyada kendini çok zor bir durumda bırakmakla meşgul.
Katolik kilisesinde, Papa’nın ağzından çıkan her şey kusursuz ve kesinlikle doğru kabul edilme hatasında bulunulduğundan, mesela örnek olarak boşanma ile ilgili çocuk aldırma ile ilgili, eskilerden gelen katı kurallarından vazgeçilemiyor.
Fikirde güzel ama uygulamada aşırı katılıktan dolayı, tam ters etki yaparak, herkesin gizli saklı şekilde her şeyi yaptığı bir durum ortaya çıkıyor.
Oysa ki, evlilik tabii ki kutsal, ama boşanmayı gerektiren durumlar oluyor hayatta.
Aynı şekilde çocuk aldırmak çok yanlış ama bunu gerektiren durumlar da olabiliyor hayatta.
KATI ve GENEL bir yargıyla, her bir olayın tek tek incelenerek karar verilmesini gerektiren bu kadar hassas konularda, yetki ve söz sahibi hatta sözü kanun sayılan Papa gibi bir kişinin, böyle ağzından katı ve genel bir söz çıkarması, çok yazık olmuş.
Zaten ters de tepmiş, insanoğlunu fazla sıkıştırdığınız zaman gizli yapma, kuralları çiğneme alışkanlığını azdırıyorsunuz.
Bu da milyonlarca insanı hem günaha hem de gizli saklı işlerin verdiği “kendini suçlu hissetme” durumuna düşürüyor.
Tabii, Katolik kiliesinin bu katı yaklaşımı, zamanında insanların hoşuna gitmiş olabilir.
Hayatın zor olduğu, herkesin hastalıklara savaşlara açlığa açık olduğu zamanlarda, Katolik kilisesinin bu katı ve disiplinli, aşırı beklentili yaklaşımı insanların hoşuna gitmiş, onlara yaşama gücü vermiş olabilir.
Evliliğin, ailenin, çocuğun kutsallığı çok güzel bir şey.
Fakat katılık ve aşırı kurallar, zorluklardan uzak yaşayan, hayat standardı yüksek insanlara, yaşam gücü vermiyor, aksine onlara mantıksız ve aşırı olarak görünüyor. Çünkü onlar evilik, aile, günahlardan uzak olma gibi konulara zor durumdaki insanlar kadar hassas yaklaşma ihtiyacını hissetmiyorlar.
Fakir bir kişi, eğer boşanırsa, ortaya çıkan karmaşada kendisinin, çocuklarının, eşinin hayatı mahvolabilir. Fakat geliri yerinde bir insan boşandığında, bu boşanmadan hem kendisi hem eşi avantajlı bile çıkabiliyor.
Özetle zor durumda olmayan insanlar üzerinde katı, genel ve aşırı kurallar, iyi sonuç vermiyor.
Onların aradığı, inanacakları, sığınacakları bir disiplinli kurumdan ziyade, güzel hayatlarına daha da güzellik katacak, hayatlarını daha da kolaylaştıracak, akıl ve mantık çerçevesinde hareket eden hoşgörlü bir kurum.
Gerçekten de Katolik krallar, o dinin aşırı katılığının kendi rahat hayatlarıyla uyuşmaması sebebiyle, en inanılmaz ahlaksızlıkları yapmışlar, gerekirse yeniden evlenmek için eşini öldürenler bile olmuş…
Bir taraftan boşanmak yasak, bir diğer tarafta evlilikte bol miktarda başka kadınlarla birlikte olmak normal ve sıradan sayılıyor. İşte bu da dinde aşırılığın bir başka korkunç boyutu.
*******************************************
Ve sevgili arkadaşlarım, son olarak da, Hristiyanlık tarihinden, bir diğer gruba daha bakalım mı?
Protestanlar…
Protestanlık aslında, zamanında dindeki bağnazlığa veya yozlaşmaya tepki olarak çıkmış.
Çünkü var olan kurumları, düzeltemeyince, “o zaman biz de kendi dini organizasyonumuzu kurarız” diye ortaya çıkmışlar.
Genellikle bu tür akımlar, iyi niyetli bir kimsenin söylediği güzel şeyler sonrasında onu takip edenlerin artması ve ondan sonra da yozlaşmış bir dini kurumun veya yöneticinin bu kişiyi din dışı ilan etmesiyle, ister istemez ortaya çıkıyor.
Aslında ilk maksat, varolan yanlışları düzeltmekten ibaretken, bu yapılamayıp YENİ bir kurum, yeni bir oluşum ortaya çıkmak durumunda kalmış.
16. Yüzyılda, yani 1500′lü yıllarda, Martin Luther isimli, din profesörü, zamanın yöneticilerini uyararak, günahların affedilmesi için, kiliseye para verilmesine karşı çıkarak, Allah’ın cezasının para ile kaldırılamayacağını söylemiş.
Bu ve buna benzer son derece akla, mantığa, kalbe uygun sözlerine rağmen, önce Papa kendisine bütün sözlerini ve kitaplarını çekmesini, reddetmesini söylemiş.
Bu olmayınca da, önce “din dışı”, sonra da “kanun dışı” ilan edilmiş yetkili yöneticiler tarafından.
Bunun devamındaki olaylardan sonra da, kendisini takip eden insanlarla beraber, Protestanlık yani, Türkçesiyle “Protesto edenler” “karşı çıkanlar” “Reformcular” ortaya çıkmış.
Sevgili arkadaşlarım,
Ben burada aslında bir ders çıkarmak değil de, bir dilek dilemek isterim.
Gönül isterdi ki, bu din profesörünü yöneticiler değerlendirsin, aklı kalbi temiz ve Allah’a inanan insanlar olarak, yanlışlarından vazgeçsinler VE HATTA Martin Luther profesörünü baş tacı edip, Papalığa yükseltsinler.
Böylece İsa peygamberi takip edenler, bölünerek ve yalan yanlış yollarda dini daha da değersiz ve yozlaşmış bir hale getireceklerine, birleşsinler, doğruyu bulsunlar ve SAF bir halde, Allah’a sığınmanın ödül ve mutluluklarını yaşasınlar.
Ne ilginç ki, tam da Martin Luther’in zamanlarında, Osmanlıların Avrupa’da ilerlemesi ve yayılması sırasında, kendisi “Türklere direnmeyin, onlar aramızdaki bağnazları ve din düşmanlarını temizlemek için Allah’ın gönderdiği bir kamçı.” demiş.
Türklerle din adına bir savaşın yapılmaması gerektiğini, Haçlı Seferlerinin YANLIŞ olduğunu, eğer bir din savaşı yapılacaksa bunun sadece dua ve günahlardan arınma şeklinde yapılınabileceğini anlatmış.
Türklerle din adına değil ama laik bir şekilde ve savunma amaçlı savaşılabileceğini söylemiş.
Ve işin EN AMA EN ilginç bir yanı da, bu aklı ve kalbi temiz din profesörü, TAM DA, Kanuni Sultan Süleyman Viyana kapılarındayken, sırf bu işgalin bitmesi ve Türklere karşı KALICI bir zafer elde edilebilmesi için, BİR DUA yazmış.
Ve onun bu duası, görüyoruz ki, kabul edilmiş.
Sevgili arkadaşlarım,Viyana biliyorsunuz hiç alınamadı.
Gerçekten de Osmanlı, Viyana’dan sonra, kalıcı olarak Avrupaya hakim olma olasılığını kaybetti.
VE yine bu vesileyle görüyoruz ki, bizim Viyana kapılarından dönmemizde dünya için, milyonlarca insanın, hristiyanların kalp temizliği için bir hayır, bir güzellik varmış.
Meğer Allah’ın onlara verdiği kitabın özüne dönmeleri için, görev verilmiş bu din profesörünün, ülkesinde, Avrupa’da, dünyada yapacağı hayırlar varmış.
Ve tam da onun dediği gibi, Avrupa’ya, saf dinden uzaklaştıkları için Allah’ın ceza olarak gönderdiği biz Türkler, ( ) yine Allah’ın takdiriyle, sanki, ” Durun bakalım kullarım, bunlarda bir umut, bir ışık görüldü, artık geri dönebilirsiniz.” şeklinde bir emirle geri çekilmişiz.
Ya da bir başka bakış açısıyla bakarsak, tam da o sıralarda, Kanuni’nin hareminde Hürrem Sultan, Osmanlı yönetimini çeşitli iftiralar, sahte mektuplar ve cinayetlerle ele geçirmekle meşgul ve de başarıyor.
Aslında Kanuni, Osmanlının örf ve adetleri gereği, Hürrem Sultanla evlenmemesi gerekirken, onu eşi yapıyor. Ve Harem o zamana kadar ayrı bir saraydayken, tutup onu Topkapı Sarayına getiriyor. Ve çöküş de aslında bu yozlaşmayla başlıyor.
Osmanlı sarayında yaşanmaya başlanan bu rezillikler, haksızlıklar ve zalimlikler, Avrupa’daki Martin Luther din profesörünün tam da “Yapmayın” dediği şeylerden.
Ve sanırım Allah’ın, bu profesörün duasını kabul etmesine ve güçlü Osmanlı ordusunun ve Kanuni’nin Avrupaya hakimiyetine ramak kalmışken, aynen geri dönmesine şaşmamak gerekir.
Sizce kimin duası kabul edilmeye ve mucizelerle yardım edilmeye layıktı?
*****************************************
Tabii, Allah, bizim aydın ve bilge din profesörümüz, Yaşar Nuri Öztürk’ten razı olsun, kendisi herhangi bir bölücülüğe sebep olmamak için elinden geleni yapıp, gerekli bilgeliği gösterdi.
Kendisini, yöneticilikte görmek ve dinimizi kitaplarında anlattığı, yalan ve yanlışlardan kurtarmasını isterdik.
Ki aydınlığı ve bilgeliği ile, bağnazlığa da, katılığa da, tüm genellemelere de, tüm ruhtan, akıldan kalpten uzak insanlara da ışık tutsun, yardım etsin, yol göstersin.
Ben inanıyorum ki, Allah bize armağanını yarım bırakmaz.
Yaşar Nuri profesörümüzü bir görevle bize gönderdi.
Eminim ki o görev başarıyla tamamlanacak, ve onun bize sunduğu aydınlık ve ışığın herkese ulaşmasına Allah yardım edecek.
Ama tabii Allah bilir, kimin ışıkta kimin karanlıkta kalacağını.
Dilerim Yaşar Nuri Öztürk de ülkesi ve milleti hakkında ettiği duaların kabul edilme olasılığının çok yüksek olduğunu biliyordur. Ve bize fazla kızmıyordur ve biraz acır.
Nasıl temiz kalpli din bilgini Martin Luther’in “Allah cezanızı versin” demesiyle ceza gelivermiş, ve sonra da “Allahım affet aramızdaki bağnazları, bize yardım et” deyince, mucizevi bir şekilde ceza kayboluvermiş, bizde de aynı şey olabilir. Dilerim herkes ona göre davranır.
****************************************
Ve sevgili arkadaşlarım, tarihten bugünümüze alacağımız ve çekim yasası açısından son derece önemli bir ders daha var.
Hristiyanlar, resmi olarak kabul görmeden önce, kendilerine yapılan her türlü eziyet, baskı ve ezmeye karşı son derece sabırlı, Allah’a sığınan ve OLUMLU bir tavır sergilediler.
Ve özellikle bu tavırlarıyla yani saldırgan olmamalarıyla, umut kesmemeleriyle çok beğeni topladılar.
Ve sonunda da zamanlarının resmi dini haline gelerek, bu olumlu yaklaşımlarının ödülünü aldılar.
Bundan sonra yozlaşma ve saldırganlık, Hristiyanlığa girdi ancak, yine de temeldeki, İsa peygamberden gelen bu “olumlu ve pasif” tavır, sanırım onların dünyanın en zengin ülkelerinin BİR numaralı dini olmasında en büyük etken.
Bu açıdan bakarsak, Hristiyanlık, maddi güç olarak yani zenginlik açısından dünyanın en zengin dini.
Buradan da PARA SIKINTISI çeken arkadaşlarıma, çekim yasası açısından, çok büyük bir ders var aslında:
Eğer siz, olumlu olursanız, hayata ve olaylara olumlu yaklaşırsanız, Allah’a duanızı da eksik etmezseniz, Hristiyanlar kadar günahınız olsa da, Allah sizi bu dünyada zengin de yapar, mal mülk de verir, bu dünyada maddi manevi her türlü mutluluğu da tattırır.
Burada işte Allah’ın, anlayışını, affediciliğini ve sevgisini, yani Rahman ve Rahim oluşunu tekrar görüyoruz.
Bu sebeple benim tavsiyem, olumlu olun, duanızı da eksik etmeyin, sevgili arkadaşlarım.
Hepinize çok çok sevgiler.
Ve bu vesileyle hayırlı uğurlu bir Ramazan diliyorum.
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
11:03, 19 Temmuz 2012
Sevgili Funda Hocam,
Çok çok güzel makaleniz için teşekkür ediyorum.Bilmediğim ne çok şeyi heyecanla ve merakla okuyup öğrendim yine
Sağ olun
16:36, 19 Temmuz 2012
Sağ olasın Özlem arkadaşım.
13:25, 20 Temmuz 2012
Sevgili Funda hocam,
Bir kursum sırasında konuşmuştuk yine, hayatın 8 parçasından vazgeçmemek konusunu hatırladım ben siz ruhbaniyet konusundan bahsederken.
Çok teşekkür ediyorum bu çok değerli bilgilerle dolu makaleniz için.
Sevgilerimle,
13:43, 20 Temmuz 2012
Gerçekten de, Demir suresi 27. ayeti her okuduğumda, benim de aklıma aynı şey gelir, Hale arkadaşım.
Bu ayet benim için, o her yazımda anlattığım “hayatın 8 parçasından vazgeçmeme” konusu için dayandığım o çok değerli ayetlerden biri.
Bu vesileyle paylaşabildiğime ben de çok sevindim.
Sağ olasın güzel yorumun için ve içinde tutmadığın, ilettiğin, paylaştığın için.
Çok çok sevgiler
19:36, 20 Temmuz 2012
Biraz önce HARİKULADE BİR HAYAT hizmetim çerçevesinde, çok sevgili bir öğrencimle telefonda konuşup temizlik yapıyorduk.
Benim kuşum Harikulade’nin şakıyarak bize katılmasıyla beraber, öğrencimin çok sevgili köpeğinin de iki kolunu girişe uzatıp yayması, ve bir sağ tarafa bir de sol tarafa dönmesi, bizim için çok güzel bir sürpriz ve Allah’tan bir armağan oldu.
Ramazan’ın bu ilk gününde, tam da yukarıda verdiğim Kehf suresinde anlatılan köpek gibi.
Maşallah, maşallah, maşallah.
Şükürler olsun Allah’a.
Şükürler olsun Allah’a.
Şükürler olsun Allah’a.
14:03, 25 Temmuz 2012
Sevgili Funda Teyze,
Yine harikulade bir makale okudum, çok aydınlandım ve bilgilendim sayenizde. Bu tarihsel süreci çok güzel bir şekilde değerlendirmişsiniz. Çok güzel bir şekilde de bize öğrettiniz. Allah’a sığınıp aklınızın ve kalbinizin hemfikir olduğu şekilde yazdığınız için işte böyle harikulade ürünlere sayenizde erişiyoruz. Allah sizden razı olsun.
Çok çok sevgiler hocam.
Harikulade’ye de çok çok sevgiler.
18:27, 27 Temmuz 2012
Çok çok sağ olasın Alev arkadaşım,
Benim heyecanla ve hevesle yazdığım bu makale ile sana da bir faydam olduysa ne mutlu bana.
VE Allah’a sığınıp aklımı ve kalbimi dinleyerek yazdığımı farketmene de çok sevindim. Her zaman verdiğim tavsiyeyi önce benim uyguladığımı farketmen benim için çok mutluluk verici, sağ olasın. Allah senden de razı olsun, Allah’a sığınıp aklının ve kalbinin hemfikir olduğu şekilde konuştuğun ve yazdığın için.
Harikulade de çok çok sevgilerini gönderiyor.
Ve pek tabii, ben de.