Çekim Yasası – Savaş ve Barış

Çok sevgili arkadaşlarım,

Sadece bireyler için değil, ülkeler ve milletler için de çekim yasası işliyor.

Ülkelerin ve milletlerin de çekim alanları var.

Ve her bir birey de, bir millete veya bir ülkeye ait olduğuna göre, ait olduğumuz ülkenin ve milletin çekim alanı ile de ilgilenmemiz şart.

Yani hiç birimiz kendi dünyamızda başımızı kuma gömüp yaşayamıyoruz.

‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, bana ne…’ demek, çekim yasasını en tehlikeli bir şekilde çalıştıran şeylerden.

Hani meşhur bir söz vardır: Çanlar kimin için çalıyor? diye…

Eminim siz de duymuşsunuzdur.

Ben size o sözün aslını, Funda Teyze’nin tercümesi ile aktarayım:

*****************************

Hiç bir kimse, kendi başına ve sadece kendisinden oluşan bir ada değil.

Her bir kişi, ana kıtanın bir parçası yani, ana bütünün bir parçası.

Eğer bir parça toprak, deniz tarafından alınıp götürülürse, kıtanın kendisi bir parça küçülmüş olur.

Kaybedilen şey bir yarımada da olsa, bir ev de olsa, senin arkadaşının bir arsası da olsa, senin bir arsan da olsa:

Kaybedilen her şey beni de küçültür.

Çünkü ben de insanlığın bir parçasıyım.

Bu sebeple,

Asla, bir bak bakalım, şu cenaze çanları kimin için çalıyor, diye sorma!

Çünkü çanlar senin için çalıyor.

John Donne Bir İngiliz Din Adamı (1572-1631)

*****************************

İşte bu meşhur ‘Çanlar kimin için çalıyor?’ sözü de bana, bu ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ sözüne cevap olarak geliyor.

(18 Mart 2015 günü bir ekleme: Tabii bu sözü daha iyi anlayabilmek için, şöyle de diyebiliriz, ‘Sala, kim için okunuyor?‘ Sala biliyorsunuz, bir kişi öldüğünde, insanları onun için kılınacak cenaze namazına davet etmek için camiden okunan duyuru.)

Geçenlerde ben de açılan bir kapım sebebi ile, Churchill’in hayatına bakmak durumunda kaldım.

Churchill’in Çanakkale savaşının mimarı olduğunu biliyor muydunuz?

İşte bugünkü makalemde bu konuda bulduğum şeyleri ve ülkeler-liderler açısından çekim yasasının nasıl işlediğine baktım.

Farkındalıklarınızı ve yorumlarınızı duymak için şimdiden sabırsızlanıyorum. :D

Evet Çanakkale şehitlerimizi anmak için daha 6 ay var ama biliyorsunuz, ben sık sık onları anar, onlar için dua ederim.

Gelin bugün tarihi ve çekim yasasını beraber inceleyelim.

Çanakkale’de büyük bir başarısızlıkla, büyük bir ders alan Churchill’in daha sonra bu başarısızlığı nasıl kullanıp başarıya çevirdiğini görelim.

Çanakkale Savaşının mimarı, Churchill …

Sevgili arkadaşlarım,

Biliyor muydunuz,

İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de önce deniz kuvvetleri komutanı, sonra da başbakan olan Churchill, bunun 20 yıl kadar öncesinde, Çanakkale savaşı sıralarında da, İngiltere’de donanmanın yani deniz kuvvetlerinin başıymış ama Çanakkale’deki başarısızlığı sebebi ile işinden atılmış.

Kendisi, Çanakkale’ye önce gemileri sonra da gemilerle askerleri gönderen baş sorumlu kişiymiş.

Planı o yapmış.

Önce gemiler saldırmış, amaçları Çanakkale’den geçip İstanbul’a gelmek ve gemilerin üstün bombalama gücü ile padişahı ve deniz kenarındaki sarayını tehdit edip, hatta bombalayıp teslim olmaya ikna etmekmiş.

Ancak gemilerin tüm o üstün güçlerine rağmen, gemiler Çanakkale’yi geçememiş çünkü karadan bombalamalarla 2 gemi batmış.

Bunun üzerine gemiler geri çekilmiş ve Churchill bu kez hem karadan hem denizden saldırmaya karar vermiş.

Ve sonuçta onlardan 200.000 bizden de 60.000 kayıp ile, bu saldırı planı onlar için hem büyük bir başarısızlık hem de büyük bir kayıpla sonuçlanmış.

Çanakkale: Atatürk ve Churchill

Bir başka ifadeyle diyebiliriz ki, Çanakkale’de Churchill ve Atatürk iki lider olarak saldıran ve koruyan liderler olarak karşı karşıya gelmişler.

Allah’ın da yardımıyla ve büyük mucizelerle, Atatürk ve silah arkadaşları vatanı milleti korumayı başarmışlar.

Churchill ise, bu başarısızlıktan sonra görevinden kovulmuş.

Kendisi önce görevinden gitmeyi reddetmiş. Bunun üzerine diğer partiler ve halktan o kadar büyük bir tepki gelmiş ki yaşanan bu başarısızlık ve kayıp üzerine, hükümet devrilmiş.

Başbakan istifa etmek durumunda kalmış. Ve sonuç olarak da Churchill görevinden uzaklaştırılmış.

Çanakkale saldırısının birinci komutanı olan General Hamilton ise büyük başarısızlığı sebebiyle askerlikten tamamen atılmış.

Churchill deniz kuvvetlerinin başı görevinden uzaklaştırıldıktan sonra, ailece soylu bir aileden olduğu için (bir dük’ün torunu, babası da lord imiş) politikadan ve yüksek pozisyonlardan hiç uzak kalmamış. Bir ara maliye bakanı bile olmuş.

20 Sene Sonra

Ve işin en ilginç yanı da, Çanakkale’den 20 sene sonra, İngiltere’nin Almanya’nın saldırılarına maruz kalması.

Churchill’in zamanında yaşadığı o büyük başarısızlık ve Atatürk’ten aldığı ders, bu kez işine yaramış, şöyle ki Atatürk’ün liderliğinde gerçekleşen o kahramanlıklarla dolu savunma ve koruma, onun bu sefer kendi ülkesinin korunması ve savunulması için İLHAM olmuş.

Kendisi önce tekrar eski görevine getirilmiş, adından da başbakan olmuş.

Zamanında kendisinin saldırdığı Türklerin Çanakkale’deki durumunun neredeyse aynısı olan bir durumda, ülkesini Almanya’nın saldırılarına karşı, “asla vazgeçmeyen, asla yılmayan” bir ruh halinde tutabilmiş.

Yaptığı ülkesine umut veren konuşmaların birinde, ülkesine konuşup, saldıgan Alman’lara karşı dayanmaları için umut veriyor ama aslında sanki, Çanakkale savaşında Türklerden öğrendiği o dayanıklılık ve azmi anlatıyor.

Daha doğrusu Türklerden ve Atatürk’ten öğrendiği büyük dersi kendi milletine anlatmaya ve onlara da bu dersi öğretmeye çalışıyor.

Bakın nasıl seslenmiş milletine:

Denizlerde savaşacağız.
Gittikçe büyüyen bir güven ve güçle havada da savaşacağız.
Bedeli ne olursa olsun adamızı koruyacağız.
Kumsallarda savaşacağız.
Karaya çıkarma yapılan yerlerde savaşacağız.
Tarlalarda savaşacağız.
Caddelerde savaşacağız.
Tepelerde savaşacağız;
ASLA teslim olmayacağız.

Bu konuşmayı mecliste yaparken onu görenler, savaş başlamadan önceki halinden 20 yıl daha genç göründüğünü söylemişler.

Ne ilginç, 20 yıl öncesi de tam Çanakkale savaşının zamanları.

Tabii bu dersi almak için ve ülkesine umut vermek için, zamanında Çanakkale’ye saldıran kişi olması ne acı değil mi?

Savaş seven bir lider ülkesini de bir savaşın içerisinde mutlaka buluyor.

İşte çekim yasası.

Saldırana bir gün mutlaka başkaları da saldırıyor.

20 sene sonra da olsa, çekim yasası mutlaka işliyor.

Tabii Allah, her kötülüğü, isterse hayra çeviriyor ama maalesef biz yaptığımız kötülükle kalıyoruz taa ki, farkedip, anlayıp af dileyene kadar.

Bence Churchill de tarihe, Çanakkale’ye saldırı planını yapan kişi olarak yazıldı, gerçi bu konunun üzeri yazılarda iyice örtülü de olsa.

Evet, Allah’ın yardımıyla, ikinci dünya savaşında ülkesine bir umut olmuş ama bu onu Çanakkale’ye yaptığı saldırıdan temize çıkarır mı?

Allah bilir.

Ama Kuran’dan öğrendiğimiz kadarıyla, bu temize çıkışın gerçekleşebilmesi için onun yaptığı yanlışları farkedip, af dileyip hatta tamir de etmesi gerekiyor.

Ancak, zamanında Avustralya başbakanı ve bazı kimselerin, onun hakkında söylediklerine göre, havalı, estetik ve duygusal konuşmalar yapıp, bu sözlerine sonra kendisi de inanıp, kitleleri felakete sürükleyebilen bir yapısı varmış.

Hani hep derim ya, “Estetik, havalı, aşırı duygusal konuşanlardan kendinizi koruyun” diye, sevgili arkadaşlarım. İşte burada da bunun çok güzel bir örneğini görüyoruz.

Saçma sapan planlarına kendi de inanıp, kitleleri de inandırıp, hem kendilerine büyük bir kayıp, hem de bizim Çanakkale şehitlerimize mal olmuş, tüm o havalı ve estetik fikirler ve konuşmalar.

Romantik ve havalı konuşmalar yapan bir lider, eninde sonunda romantik ve havalı felaketlere sebep oluyor, Çanakkale’de yaşanan o acıklı sahneler ve olaylar gibi.

Allah hepimizi korusun bu tür liderlerden.

Üstelik zalimliği ve olumsuz etkisi sadece bize de değil.

Çanakkale’den alması gereken insanlık dersini almayı başaramayıp, 1930′larda, Gandi’nin Hindistan’ın İngiltere’den özgürlüğünü barışçıl yöntemlerle elde etmesi çabalarında da kendisi Gandi’yi ezip geçmek istemiş.

Hatta onun açlık grevi yapması konusunda bile, eğer açlık grevine giderse onun ölmesinden taraf olmuş.

Allah hepimizi bu şekilde savaş ve düşmanlık gözlükleriyle hayatı yaşamaktan d,a yaşayanlardan da, onlara inanan cahil, zalim ve gaflet içerisindeki kitlelerden de korusun.

Eğer Churchill, bu konuda başarıya ulaşsaydı, şu an Hindistan hala İngiltere’nin kolonisi durumunda olacaktı.

Eğer Çanakkale’de başarıya ulaşsaydı, şu an biz de burada olmayacaktık,  ya da biz de İngiltere’nin uşağı veya kolonisi, veya kölesi durumunda olacaktık.

Şükürler olsun Allah’a.

Ve Allah razı olsun tüm şehit, gazi ve atalarımızdan.

Ve özellikle de Allah’ın bize biricik armağanı Musatafa Kemal Atatürk’ten.

Ülkemize, milletimize gerçekten de Allah’tan bir armağan kendisi.

Ve pek tabii Hindistan’daki milyonlarca insanın hatırı için de, Allah Gandhi’den de razı olsun, diyelim.

Ve ne mutlu bize her ülkedeki, iyilik, güzellik ve doğrudan yana liderleri görüp anlayabildiğimiz için.

Allah’ın hem bize hem de tüm dünyaya, tüm insanlığa verdiği armağanların farkında olabildiğimiz için.

Her ne kadar Churchill büyük devlet adamı gibi anlatılmaya çalışılıyor ve Atatürk, yerden yere geçirilmeye çalışılıyorsa da, Allah’a sığınıp aklını ve kalbini dinleyen bizlerin gözlerinden doğrular ve gerçekler hiç kaçmıyor.

Ve iyiye iyi, kötüye kötü deme sınavımızın hakkını vererek geçiyoruz, çok şükür.

İnsanoğlunun sınavı sadece yaşadığı devirle kalmıyor, sevgili arkadaşlarım.

Tarih’i de iyi inceleyip, geçmiş hakkında da ve hatta gelecek hakkında da, iyiden, güzelden, doğrudan yana olma sınavımız var hepimizin.

Türklere, Atatürk’e, Müslümanlığa Sevgisizlik hakkında…

Bu arada, Churchill’in hayatını ve Çanakkale savaşını daha iyi anlamak için wikipedia’yı okumaya çalıştım  sevgili arkadaşlarım.

Ama, öyle bir karmaşa, öyle bir laf kalabalığı, öyle bir aşırı detaylandırma, öyle bir gereksiz teknik detayların bolluğu ve öyle uzun uzun anlatmalar vardı ki, anlayabilene aşkolsun.

Tabii “Neden böyle?” diye düşündüm ve Allah’a sığınıp aklıma ve kalbime baktım.

Ve gördüm ki, bu savaşta, bu olayda, Türklerin, Atatürk’ün, müslümanların Allah’ın yardımıyla elde ettiği büyük bir mucize ve büyük bir başarı var.

Ve işte bunu saklamak, örtbas etmek, laf kalabalığı arasında boğmak istemişler, anladığım kadarıyla.

Yani o yazıları okuyan herhangi bir dünya vatandaşının, o savaşta Türklerin ve Atatürk’ün sergilediği kahramanlığı hissetmesi, bulması, anlaması, keşfetmesi mümkün değil.

Tabii bu bambaşka bir konu.

Türk düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, Peygamber düşmanlığı ve hatta açıkcası kıskançlığı, çok yaygın.

İyi eğitilmemiş kimseler, ortalarda dolaşan çeşit çeşit yalanlardan, yanlışlardan, karalamalardan etkilenerek, bu cahilliği ve zalimliği sergileyebiliyorlar.

Maalesef iyi eğitilmiş kimselerde dahi tek taraflı ve Türkleri küçümsemeye çalışan bir eğitim sisteminin etkilerini görüyoruz.

İyi eğitimli derken, gerçi ben Türkiye’deki yabancı dilde eğitim yapan kolejlerde okumadım ama oralarda okuyan tanıdıklarımdan duyduğum ve bildiğim kadarıyla, o çok iyi eğitimli yabancı öğretmenler ve profesörler dahi genel olarak, Atatürk’ü özel bir insan ve bir deha olarak görmek ne demek, burun kıvırıyorlarmış.

Sebebini soran olduğunda ise saçma sapan, yüzeysel, ve basmakalıp cevaplar veriyorlarmış. Onların tavırlarında, cevaplarında “Türkler bizden üstün olamaz. Türkler aralarından bir deha çıkarmış olamazlar.” şeklinde bir havaları derhal hissediliyormuş. Ki bu öğretmenler 15-20 yıl Türkiye’de kalmış, Türkiye’yi seven insanlar.

Tabii bana bunu anlatan tanıdıklarım, aklını ve kalbini dinleyen, tarihi düzgün inceleyen kimseler.

Oralarda okuyup da o öğretmenlerden etkilenen öğrenciler, hayata atıldıklarında acaba nasıl işler yapıp, nasıl ürünler çıkartıyorlar, diye insan merak ediyor, değil mi, sevgili arkadaşlarım?

Türk düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, müslümanlığa düşmanlık ve kıskançlık pek çok konuda sık sık kendini gösteriyor.

Eurovizyon’u bile, ancak biz batı’ya yaranmaya çalışırsak kazandırmıyorlar mı?

Yani İngilize şarkıyı okuyup, artı bir de onların ahlaki çökme noktalarını taklit ettiğimiz zaman bizi sevmiyorlar mı?

Aynı şekilde sadece Eurovizyon da değil, Nobel ödülü bizden kime gidiyor?

Yalanlar  ve abartmalarla, yıllar içerisinde verilen sayıların da şişirilerek büyütüldüğü bir soykırım yalanına destek verip, Türkleri karalamaya razı olan kendini ve ülkesinin tarihini bilmez, taklitçi ve özenti, zavallı kimselere gidiyor.

  • Atatürk gibi bir lideri karalamak da,
  • Bölücülüğü onaylamak da,
  • Soykırımı iddialarını desteklemek de,

eğer batıdan veya doğudan, kuzeyden veya güneyden, sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan, onay ve destek almak istiyorsanız, şart.

Oysa ki gerçek şu ki, bizim onlardan bir destek veya onay olma ihtiyacımız ASLINDA yok.

Bizim tek desteğimiz, KENDİMİZİ BİLMEK ve ALLAH’A GÜVENMEK, hayatın 8 parçasının hayrını ve iyiliğini düşünerek barıştan yana yaşamak ve değer üretmek.

Allah’a güvendiğini iddia edip de KENDİNİ BİLMEYENLER de, hayatın 8 parçası olduğunu idrak edemeyenler de, maalesef tüm bu tuzaklara düşüyorlar.

*************************************

Saldırganlık – Aşırı Savunuculuk ve Barışseverlik

Ve şu da bir gerçek ki:

Her ülkenin tarihinde barbarlık ve saldırganlık olmuş.

Tabii ki bunun da istisnaları var, mesela Çin.

7000 yıllık yazılı tarihleri boyunca görüyoruz ki hiç dünyayı istila etmek veya saldırmak gibi bir amaç gütmemişler.

Zaten yayla gibi kocaman, yemyeşil ülkelerinde, icatlar yaparak, bilimde ilimde, ticarette ilerleyerek, dünya nüfusunun %20′sine huzur dolu binlerce yıl sunabilmiş bir ülkeden de bu beklenir. Ama yine de insan şaşıp kalıyor, değil mi sevgili arkadaşlarım, niye diğer ülkeler gibi dünyayı istila etmek için bir teşebbüsleri olmamış? :D

Barbarlık ve saldırganlık yapan tüm o ülkelerde ise, bu o ülke insanlarının hayat görüşünden, “bana dokunmayan bin yaşasın” görüşünden ve iyi-kötü demeden herkesin peşine takılmalarında ve seçtikleri, başa getirdikleri LİDERLERDEN kaynaklanıyor.

Saldırgan liderler, ülkeyi de barbar durumuna sokuyor.

Eğer lider saldırgan değil de AŞIRI SAVUNMACI ise, maalesef o bile barbarlığa sebep olabiliyor.

Çünkü silahlanma yarışı, hainlikler, tuzaklar, 2 ülkeyi birbirine düşürmeler, savunmacı lideri de barbarlık kaynağı haline getirebiliyor.

Çok ilginçtir ki savaşla ilgili bakanlıkların adı bazen savunma bakanlığı bazen de savaş bakanlığı oluverir.

Çünkü savunma da, savaş da, sonuçta problemlerin silahla çözülmesi ve etrafa düşman olarak bakmakla ilgili.

SADECE ve SADECE, BARIŞ ÇAĞRISI YAPAN, ‘biz barış istiyoruz’ diyen bir lider, milletini dünyaya barış gözlüğü ile bakan bir millet haline getirebiliyor.

İşte bu sebeple biz etrafımıza sevgi ve hayranlıkla bakarız, çünkü bizim Atatürk’ten gelen bir BARIŞ felsefemiz var.

Batı ise bize korku, küçültme çabası ve kıskançlıkla bakar, çünkü onların BARIŞ isteyen liderleri olmamış.

Churchill gibi, Çanakkale’ye gelip dersini almasına rağmen, hala savaş gözlükleriyle etrafına bakan liderleri olmuş.

Elbette bir ülkenin savunması ve kendini koruyacak askeri gücü olmalı FAKAT, devletin ve milletin her kademesinde, barış, işbirliği, mutluluk arayan bir düşünce ve hayat görüşü hakim olmalı.

Nefret, düşmanlık, ve savaş gözlükleri takmış bir millet ve devlet, eninde sonunda barış zamanı geldiğinde kendi nefretleri içerisinde boğulacak ve birbirini yemeye başlayacak ve yozlaşıp, yeryüzünden kaybolup gidecektir.

Çünkü savaş sevdalıları, savaş ile canlanıp hayat buluyorlar ve hatta 20 yıl gençleşiyorlar ama barış zamanı geldiğinde, bunu kaldıramıyorlar, kendi hayatlarının ve toplum hayatının 8 parçasına saldırmaya başlıyorlar ve birbirlerine düşüp, yok olup gidiyorlar.

Allah razı olsun Atatürk’ten:

** Hem bize BARIŞSEVER bir lider olduğu için.
** Hem de savaşın şart olduğu zamanlarda Allah’a iman ile aklını ve kalbini dinleyerek ülkemizi savunduğu için.

Allah razı olsun Atatürk’ün silah arkadaşlarından:

** Hem ülkemizi, milletimizi, canımızı, namusumuzu canları pahasına korudukları için.
** Hem de Atatürk gibi bir lideri anlayıp, dinleyip, takip ettikleri ve başlarına getirdikleri için.

İnşallah biz de onlara layık torunlar, onların hayırlı uğurlu devamı, soyları, hayırlı uğurlu gelecek nesilleri olalım.

Bunun için ilk adım, onları ve tarihimizi, yani kendimizi çok iyi anlamak ve bilmek.

Bugünlerimizi görmemizi sağlayan, ülkemizin, milletimizin namusunu koruyan atalarını ve tarihini bilmeyen ve anlamayanlardan maalesef hiç bir hayır gelmiyor.

Follow Me on Pinterest Pinterest'te Takip Et!
 
Yorumlar (4)
  1. Alev
    01:19, 15 Eylül 2013

    Merhaba Sevgili Funda Öğretmenim,
    Bu makaleyi de çok güzel bilgiler alarak, farkındalıklar yaşayarak okudum. I. ve II. Dünya Savaşlarını hiç çekim yasası açısından düşünmemiştim. Şimdi sizin sayenizde hayret ve şaşkınlıkla fark ediyorum ki Çanakkale’de düşüncesiz, kibirli ve bencil bir şekilde saldıran lider 20 yıl sonra kendisi aynı duruma, yani saldırılan durumuna düşüyor. Bu çok önemli bir çekim yasası örneği idi. Çok çok teşekkürler bize bu farkındalığı öğrettiğiniz için.
    Şükürler olsun ki Atatürk gibi bir lidere sahibiz. Şükürler olsun onun dehasını, barışçıl düşünce tarzını, Allah’a sığınıp aklına ve kalbine bakabilmeyi çok güzel başaran, sorumluluk sahibi bir lider olduğunun farkındayız.
    Allah bizi sorumluluk sahibi olmayan, düşüncesiz, kibirli, hareketlerinin, attığı adımların tüm ülkeyi etkileyebilecek, tarihi yazacak kadar önemli olduğunu düşünmeksizin sırf kendi benliğini ön planda tutan liderlerden korusun.
    Allah bize cesur, inançlı, vatansever, namuslu, sorumluluk sahibi, Allah’a sığınıp aklına ve kalbine bakabilen, hayırlı liderler nasip etsin her zaman. Bizler de ana kıtanın birer parçası olarak kendi sorumluluğumuzu bilerek hayırlı uğurlu vatandaşlar olabilelim Allah’ın izni ile.
    Emeğinize sağlık.
    Çok çok sevgiler.

  2. Funda Teyzen
    09:39, 15 Eylül 2013

    Ben de aynen katılıyorum dualarına Alev arkadaşım,

    Sağ olasın paylaştığın için de.

    Makaleyi okuyunca aramızda oluşan, sevgi ve hemfikirliği iletişim ile de pekiştirip, karşılıklı anlayışımızı sabit bir şekilde yükselttiğin için de. :D :D

    Çok çok sevgiler
    2k

  3. Özlemi
    12:35, 18 Eylül 2013

    Muhteşem bir makale daha :D Sevgili öğretmenim araştırmalarınıza ve öğrendiklerinizi bize aktarışınıza bir kez daha hayran oldum :D Ben de Allah’ın sevgili bir kuluyum biliyorum benim öğretmenimsiniz çünkü :D :D :D

  4. Funda Teyzen
    14:52, 21 Eylül 2013

    Tarih bize pek çok bilgi sunuyor, değil mi Özlemi arkadaşım?

    Aslında bu makaleyi yazdıktan sonra da araştırmalarım devam etti, ve pek çok yeni çekim yasası dersi aldım, ama :D makalelerimde tarihi çok anlatıp, siz sevgili öğrencilerimi sıkmaktan çekiniyordum. :D

    Ama madem senin de hoşuna gitti, arada bir bu araştırmalarımı mutlulukla sizlerle de paylaşmak isterim.

    Tarihte ibret alınacak ve çekim yasasını iyi kavramamızı sağlayacak ÇOK ŞEY var. :D :D

    Sağ olasın tatlı yorumun için.

    Çok şükür hepimiz Allah’ın sevgili bir kuluyuz ve kanıtımız çok. :D

    Senin de benim öğrencim olman benim için çok güzel bir kanıt.

    Sağ olasın, var olasın.
    Çok çok sevgiler
    2k

Yorum Yaz

Bu site, çok sevgili ve değerli ÖĞRENCİLERİM ve öğrencim olmak isteyen bayanlar için hazırlanmıştır.

Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:

Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.

Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.

Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.

31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.

Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.

Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.

Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.

Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,

=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================

Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D

No trackbacks yet.

Mesaj gönder!
Loading...