Beton aşkı mı daha zalim, et aşkı mı?
Beton aşkı, bir ülkenin ekonomisinde inşaatın çok popüler olması, çok yapılması ve bankaların verdiği borçların, yurtdışından alınan borçların hep emlak yatırımlarına, ev yapmaya, otel yapmaya, bina yapmaya harcanması.
Beton aşkını öncelikle teknolojik gelişmeye ve üretmeye fazla eğilimi olmayan hükümetler destekler. Fabrika yapmaktansa ya da teknolojide gelişmektense, bina yapmak çok çabuk, çok basit, eğitimli insan gerektirmeyen, uzun vadeli düşünmek gerektirmeyen kolay bir yoldur.
Son 100 yıla baktığımızda görüyoruz ki, beton aşkına düşen ülkeler hep ekonomik olarak bir çöküntü yaşarlar ve genellikle o kaybettikleri şansı bir kere daha bulamazlar.
Örnek olarak:
1980′lerde Japonya neredeyse ekonomik olarak dünyayı ele geçiriyordu, dünyanın bütün büyük şirketlerini teker teker satın alıyorlardı, fakat maalesef Japonya’nın içinde bir beton aşkı belirdi ve paralarını betona harcamaya başladılar ve bütün beton aşklarında olduğu gibi, hem paralarını çarçur etmiş oldular hem de bir emlak balonu patladı ve bütün ekonomilerini çökertti.
Emlak alanına ve betona insanlar fazla para harcayınca ve inşaatlar arttıkça, emlağın, evlerin, arsaların fiyatları aşırı artar, bankacılık kesimi de bunların alınabilmesi, yapılabilmesi için borç verir herkese. Herkes çılgınca inşaat yapmaya ve ev almaya başlar. İşin içinde büyük paralar döndüğü ve güzel karlar elde edildiği için, teknolojiye eğitime gitmesi gereken paralar emlağa yatırılır. Fakat bir sabah gelir ki, satışlar durulur, çünkü yeterince alınmış satılmıştır ve piyasa durulur. Fakat herkes büyük paralar kazanma hayaliyle bankalara büyük borçlar yaptıkları için, bu durgunluk hepsinin iflas etmesine sebep olur, çünkü borçlarını ödeyemezler. Bankalar da iflas etmeye başlar çünkü verdikleri paraları geri alamazlar. Üstelik verdikleri borç karşılığı aldıkları ipotekler de sıfırlanmıştır, çünkü değeri zaten fahiştir, yanlıştır, o evi satıp da o borç kapatılamaz, çünkü fiyatı 2-3 kat abartılmıştır o balon sırasında, balon şişerken.
Bu ekonomik fırtanada bir sürü inşaata bulaşmış büyük şirketler iflas eder. Ekonomi allak bullak olur ve betonda yok olan paraya mı üzülesiniz, ki o para ile ne güzel fabrikalar yapılabilirdi, yoksa mahvolmuş ekonomiye mi üzülesiniz, çünkü Japonya’nın dünyayı satın alacak o durumu ortadan artık kalkmıştı.
Japonya dünyanın ekonomik hakimi olma fırsatını, dünya lideri olma fırsatını kaçırdı ve artık ne o fırsatı tekrar yakalamak için enerjileri var, ne umutları var, ne de öyle bir ortam var.
Özetle bu demek oluyor ki, beton aşkı yine bir ülkenin en büyük hayalini, en büyük şansını mahvetmiş.
Amerika’da da ne zaman bir beton aşkı modası çıkar, hemen arkasından büyük bir ekonomik felaket gelir. Böyle bir felaket sonrasında en basit anlatımıyla insanların satın alma gücü en az 20 sene geri gider, herkes fakirleşir. Alınan maaşlar aynı olsa dahi, her şeyin fiyatı artınca, alım gücü azalmış olur ki işten çıkarmalar ve işsiz kalmalar da cabası.
Acı bir gerçektir ki, emlak piyasasının hakimi olan küçüklü büyüklü müteahhitler bir fabrika sahibi gibi, bir teknoloji lideri gibi sorumlulukla hareket etmiyorlar. Kısa zamanda ceplerini doldurmak istiyorlar.
‘Bir buluş yapayım, yurtdışında satayım, ülkeme faydam olsun’ gibi idelaist düşünceleri genelde olmuyor.
Ve ekonominin büyük kısmını bunlara dayandırdığınız zaman, bir fabrikatörde görebileceğiniz vatanseverliği, fedakarlığı, uzun vadeli düşünmeyi göremiyorsunuz. İşler veya ekonomi biraz zorda gidince müteahhitlerden durumu kurtaracak yardımsever davranışları beklemek çok zor. Mesela evlerin fiyatları hiç ucuzlamıyor, müteahhitler ucuza satmaktansa boş tutmayı tercih ediyorlar.
‘Bu bir fırsattır, insanlar ucuza ev sahibi olsun‘ gibi düşünceleri maalesef hiç olmuyor. Halbuki fabrikatör, sanayici, üretici kesimin ekonomiye destek olmak için katlandıkları fedakarlıklar, devamlı gazeteleri dolduruyor, devamlı haber oluyor.
Neden bu böyle?
Sanırım beton aşkı insanların kalplerini de biraz sertleştiriyor. Yapılan işlerin zorluğu, açık havada, yağmurda, sıcakta, karda yapılması, eğitimsiz insanların çalıştırılması gibi sebeplerle inşaat alanında yatırımcılar para konusunda da katı oluyorlar. İş kötü, onlar da ‘Bana ne ben paramı yatırdım, kazancımı isterim, zarar kabul etmem, taş toprak için neden zarar edeyim’ diyor. İnsanlara taş, toprak, beton alıp satarken zarar etmek olası gelmiyor.
Ancak beton aşkının hiç beklenmedik bir kurbanı daha var:
KADINLAR!
Neden?
Çünkü kadınlar YENİ EV istiyorlar. Modern ev istiyorlar.
Farkında değiller ki bir evin fiyatı, onların bir ömür çalışıp kazandıkları paraya eşit oluyor. Ev hevesleri ve özelikle de yeni ve modern ev hevesleri sebebiyle kadınlar maalesef o yukarıda bahsettiğim müteahhitler için çalışıyorlar.
Eski eve razı olsalar, bir badana, biraz dekorasyon ile yarı fiyatına başlarını sokabilecek bir yuvaları olabilecek.
Ömür boyu köle gibi çalışmak ve parayı müteahhitlere vermek yerine, kocalarının getirdiği rızıkla idare edebilseler, çocuklarının, ailelerinin, kendilerinin bakımını, eğitimini, fiziksel ve ruhi gelişimlerini KENDİ ELLERİNE alabilecekler.
Ancak onlar çocuğu 1 yaşında hatta bazen daha da erken bırakıp işe koşarak, katı kalpli müteahhitlerden başka kimi mutlu etmeye çalışıyorlar?
Çağımızda harika bir şansımız vardı. Eğitimli, bilinçli, kültürlü anneler tarafından sevgiyle, güvenle, huzurla yetiştirilmiş harika bir nesil oluşturabilecektik.
Onun yerine, ufak yaşta anasından babasından evinden uzaklaştırılmış, kreşlerin toplu ortamında bir grubun parçası olmaya indirgenmiş, yarı öksüz, elinden telefon, tablet düşmeyen, televizyona yapışmış, bir nesil yetişiyor.
Ve bu nesil elbette sapkınlığı, dinsizliği ve bireysellikten uzaklaşmayı ve sürünün bir parçası olmayı, insanlığın en büyük aşaması olduğunu zannediyor ve buna inanıyor.
Bir ideal hayatı oluşturmak şansımız varken, yozlaşmışlığın çukuruna yuvarlanıyoruz.
Bunda müteahhitlerin ve bütün bir ömür onlar için, ve beton için çalışan annelerin büyük bir payı var.
Anneleri tembel ve gereksiz görüp, çalışan anne isteyen hükümetlerin de büyük payı var.
Sessiz kalan ve yükünün azıcık azalmasından memnun olan erkeklerin de payı var.
Ve koşa koşa iş hayatına atılan ve bebeğini, çocuğunu akşamdan akşama görmeye razı olan kadınların da büyük payı var.
Ülkemiz son 20 yıldır büyük bir beton aşkı yaşıyordu.
Ve bu sebeple belki bu yüzyılın en büyük şansını, dünyanın gelişmiş ülkeler arasına girme şansını kaçırdı.
Betona yatırılan para miktarı kimi kaynaklara göre, 470 milyar dolar, kimi kaynaklara göre de 1000 milyar dolar.
Tabii eğer bu para betona değil de, batı kültürüne yaklaşmak için teknoloji, fabrika, eğitim gibi konulara harcansaydı, biz de o kültürün,
* tüm yozlaşmışlıkları ile,
* tüm dinsizlikleri ve sapkınlıkları ile,
* anneliğin, babalığın bitmesi ve aile kurumunun yok olması gerçeği ile,
* ve tüm kadınların geri dönülemez şekilde çalışma hayatına girmesiyle,
yüzleşecektik.
Yani bir uçak kaçırdık, ama o düşecek bir uçak olduğu için acaba iyi mi oldu?
Demek istediğim, burada çok ince bir çizgi var. Sırat köprüsü gibi ince ve zorlu. İki ucu keskin bir bıçak gibi.
Neyin bir ülke için daha hayırlı olduğunu Allah bilir.
Biz sadece aklımızın yettiği kadar fikir beyan edebiliriz.
Benim gönlüm isterdi ki, hem gelişelim, hem ahlakımız güçlü olsun, hem dinimiz, hem zenginliğimiz yerinde olsun.
Heyhat!
Biz insanlar, cennetle cehennem arasında bir bölgedeyiz:
Ruhi ve manevi bir tarafımız var. Maddi ve etsel bir tarafımız var.
Ve bu vesile ile size ET AŞKINI da anlatayım.
İnsanların betonla bina yapması gibi, doğada da onun benzeri, çok moda, çok sevilen, çok yaygın bir aktivite var:
Vücut yapmak. Yani çocuk yapmak ve bunun tüm yan aktiviteleri.
Yeni vücutların oluşturulması için, ve bunun kesintisiz gerçekleşebilmesi için doğada çok güçlü, arzu-ihtiras gibi sarsıcı duygular, içgüdüler var.
Eğer bu güçlü duygular, yuva kurmak, aile kurmak, bunun için doğru insanı bulmak ve benzeri amaçlar için kullanılırsa, doğal amacına hizmet etmiş oluyor ve ruhi gelişime de bir zararı olmuyor ve hayatın 8 parçasında da bir mutluluk vesilesi oluyor.
Ancak, bu faydalı aktivite ve onun faydalı zevkleri, insanoğlunun özgür bir akla sahip olması nedeniyle, insanlar tarafından sömürülebiliyor, kötüye kullanılabiliyor ve eğlence aracı haline gelebiliyor.
Bu sebeple de, sırf bu zevkin sömürülmesine dayanan, ‘et aşkı’ diyebileceğimiz bir kültür oluşturmuş insanlar.
Yuva kurmanın bütün parçaları burada sömürülebiliyor. Örnek olarak, elbette aktivitenin kendisi ve onun zevki bir numara. Fakat insanların sömürdüğü daha neler neler var:
* Flört duygusu. Senelerce her hafta başkasıyla platonik aşk yaşayıp, flört eden kadınlar ve erkeklerle dolu dünya.
* Karşı cinsin ilgisini çekmek için kıyafet ve giyinmenin eğlenceleri. Bunun yarattığı dev bir endüstri var. Bundan da öte, açık giyinmek, kapalı giyinmek şeklinde bir sosyal savaş ve kamplaşma eğlencesi de var.
* Her şeyi doğru yapıp yuva kurup çocuk sahibi olsanız dahi, kaç çocuk sahibi olmaktan tutun, çocuğun cinsiyeti şu oldu bu oldu, şu olmadı bu olmadı övünme, gurur ve yarış konuları var.
* Çocuk yapıp boşanıp tekrar flört çağına geri dönme eğlencesi var.
* Estetik olarak veya maddi olarak kendimizden daha yukarıda olduğunu düşündüğümüz birisini elde etme hayali kurmanın, elde etmeye çalışmanın veya onu elde tutmanın acı-tatlı oyunları, uğraşları var.
* Eş seçimini keyfi temeller üzerine kurup, senelerce yamuk ağacı düzeltmeye çalışmanın bir ömür süren uğraşması var.
Görüyoruz ki et aşkı da insan için bir sömürü, bir eğlence, boşa harcanan emek, zaman, yıllar, üzüntüler, zevkler, arabesk eğlenceler, hatta belki taşkınlıklar, azgınlıklar odağı haline gelebilen bir zayıflık.
————————————————————————–
Et aşkını ve beton aşkını anladık.
Peki bunları derecelendirsek acaba hangisi daha büyük günah?
Allah için hangisi daha yukarıda, hangisi daha düşük?
Beton aşkı mı daha aşağıda, et aşkı mı?
Betona aşık insanlar mı daha zalim, ete aşık insanlar mı?
Cevabı bilmiyorum ama şahsi fikirlerimi söyleyeyim, belki benim de kafam açılır ve Allah’ın yardımıyla doğruyu bulabilirim:
* Bence müteahhitlik doktorluk kadar ciddi bir iş. Bu işi yaparken işlenebilecek günahlar, yapılabilecek hatalar insanların hayatlarıyla veya bir hayat boyunca çalışmaları ile ilgili. Bilgisiz bir insan yaparsa, büyük günahlar işlenebilir. Bu işte bir çok insanın hayatına dokunuluyor ve günahı da sevabı da büyük olabiliyor. Bir depremde yıkılan binalar, kaybolan canlar ve hayatlardan tutun, taa ki bir ülkenin ekonomisinin çökmesine kadar iş varabiliyor.
Bu sebeple de bu işin Allah önünde çok büyük günahları olabilir, dikkat etmek lazım, müteahhitler ‘evi ben yapmadım ki mimar planladı, ameleler yaptı’ deyip de işin içinden çıkamazlar.
* Et aşkının günahları, toplum önünde ve başkalarını da ayartarak yapılınıyorsa, çoluğu çocuğu da etkileyerek bütün bir nesil etkilenerek yapılıyorsa, onun da günahları kişiye göre büyük olabilir.
* Bir ülke beton aşkına girerse, 20 yılda düşüp dersini alabiliyor, ancak et aşkında bir ülkenin geri dönüşü helak olana kadar mümkün görünmüyor.
Tövbe kapısı hem beton aşkında hem de et aşkında açık elbette. Yeter ki insanın kalbi mühürlü olmasın, yeter ki doğru yola, temizlenmeye bir eğilimi olsun.
Aaaa acaba bu sebeple mi yaşlılık diye bir şey var? İnsanlar yaşlılıklarında tövbe etsin, tövbe etme fırsatı bulsun, yıllar boyu yaşlı olarak otursun da en azından aklında kalbinde doğru yolu bulabilsin ve öteki dünyaya bir nebze temiz gidebilsin diye?
Ne kadar ilginç!
Çok şükür Allah’a sığınıp da merak ettiğim bir konuya bakınca, yine Allah’ın bir rahmeti ile karşılaştım.
Yaşlılığın da Allah’ın harikulade bir lütfu olması gerçeğini görebilmek ne güzel!
Çok şükür.
Çok şükür.
Çok şükür.
Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
22:49, 4 Mart 2019
Bu arada müteahhit, taahhüt eden anlamına geliyor.
Taahhüt de bir şeyi yapmayı üstüne almak demek.
Yani müteahhit, ben bu işi yaparım diyen bir kimse.
23:49, 4 Mart 2019
Meğer yaşlılık da insan için ne değerli ve ne güzel bir lütuf imiş Allah’tan.
Kimi yaşlılar vardır, yaşlılıklarında herkese hoyrat davranırlar ve bu güzelim tövbe fırsatını hem kaçırır hem de daha da batırarak geçirirler.
Oysa ki azıcık durulsalar, azıcık Allah’a sığınsalar, azıcık hataları günahları sevapları için sorumluluk alabilseler, öteki hayata azıcık daha temiz ve huzurlu gidebilseler ne güzel olurdu.
Ancak, heyhat!
Allah dilediğini, dileyeni doğru ve güzel yola iletiyor.
06:18, 6 Mart 2019
Beton aşkının varlığını, kalplerin ne derece betonlaştığını, ben gittiğim her şehirde, her kasabada, her ülkede, insanlara verilen gökyüzü ile de ölçerim.
Kimi ülke (mesela Japonya) büyük şehirlerine koca koca binaları dikmiştir ama yine de az biraz gökyüzü görmek mümkün olur. Ama bazen evlerden gökyüzü görmek, güneş görmek mümkün olmaz. Tabii bu büyük şehirlerde. Küçük şehirlere, kasabalara gidince gökyüzü daha bir boldur. Bu da hala umut var dedirtir bana.
Ama Türkiye’de Bergama gibi buram buram tarih dolu, 100 bin nüfuslu bir şehirde bile binalardan gökyüzü görememek, yeni yeni binaların boş boş beklediğini görmek aslında bana beton aşkı makalesini yazdıran şey oldu.
Bir de şu resme bakar mısınız?
Bu da Amerika’da 100bin civarında nüfuslu bir şehir, üstelik fazla özelliği de olmayan bir şehir, ama aynı Bergama gibi büyük şehre 1 saat uzaklıkta ve isteseler burayı da binalarla doldurmaları mümkün.
Ama yapmamışlar.
İnsanlara, çoluklara çocuklara gökyüzünü, bulutları çok görmemişler. Ve bu gayet normal bir durum, sadece bu şehre özel değil.
Bravo diyorum. Allah razı olsun.
Beton aşkıyla kalpleri sertleşip, tek dertleri mal mülk ve ceplerini doldurmak olan
* tüm planlayıcıları,
* iş üstlenicileri,
* iş vericileri,
* bu işlerden ve bu işlerin faizlerinden geçinme derdinde olanları,
* ve tüm bu zalimliklere kanmak için dünden hevesli olanları,
da Allah’a havale edelim mi?
08:05, 6 Mart 2019
Amerika’da neden katlı bina yok?
Çünkü yerel yönetim etrafı geniş arsalı, müstakil evler yapabilirsiniz diyor. Kat çıkmaya izin vermiyor. Kat yapmayı bırakın, bir de etrafına geniş bahçe zorunluluğu getiriyor.
Peki Türkiye’de NEDEN izin veriliyor?
Çünkü halkın bu konuda baskısı var. İnsanlar 1′ken 3 olsun, 3′ken 5 olsun, 5′ken 9 olsun diye sürekli bir baskı ve talep içindeler.
Mesela, yukarıdaki resimde kat izni 5. Ancak, dev gibi bir teras dairesi ile 6. kat zorlanmış. Onu gören başka evler ‘Ah ah diyor, keşke biz de yapsaydık, biz niye yapmadık.’
Tabii bizdeki durum da en kötüsü değil. Dünya’da daha da kötü ve daha da yoğun betonlaşmalar da var.
Çok şükür bizde az çok evlerin biraz güneş alması için bir çaba devam ediyor. Çok şükür, yerin altına mesken yapmak yasak. Tek odalı evler yapmak yasak. Banyosu tuvaleti olmayan evler yapmak yasak.
Çok şükür, durum çok kötü değil ama keşke biz de en insan sever, en hayat sever, en mutluluk ister bir şekilde, en güzelini yapan toplumlardan olsaydık.
08:14, 6 Mart 2019
Tabii Japonya’daki betonlaşmadan bahsettim. Şu gerçeği de unutmayalım, onların toprak alanı bizim yarımız, nüfusu da bizim 2 katımız. Yani onlarda toprak gerçekten daha az ve kat çıkmalar biraz haklı gibi.
Ve yine de müstakil ev yapabilecek boş arazi hala çok var ve yapıyorlar da.
Benim yukarıda anlattığım, onların beton aşkına düştüğü o belli yıllar.
10:58, 6 Mart 2019
Ne güzel bir makale daha öncelikle ellerinize ve aklınıza sağlık
Ben de makaleyi ibret alarak ve Allaha sığınarak okudum ve galiba tekrar tekrar Allaha sığınıp okuyacağım.Çünkü çok hassas bir konu ve yaşlılığın ne güzel bir lutuf olduğunu ben de okuyunca anladım ve şükrettim doğrusu.Yaşlanmak DA ne güzel bir fırsat.
İnsan gökyüzü görme hakkını düşününce bile ferahlıyor ne de güzel bir makale olmuş. Ben de beton aşkıyla kalpleri sertleşip, tek dertleri mal mülk ve ceplerini doldurmak olan
* tüm planlayıcıları,
* iş üstlenicileri,
* iş vericileri,
* bu işlerden ve bu işlerin faizlerinden geçinme derdinde olanları,
* ve tüm bu zalimliklere kanmak için dünden hevesli olanları,
da Allah’a havale edelim mi? sorunuza evet Allah’a havale edelim diyorum.
Çok çok sevgiler,
17:07, 6 Mart 2019
Çok sağ olasın var olasın Özlemi arkadaşım.
Gerçekten de hassas bir konu. Cevabı bilmeden Allah’a sığınıp yazınca sürpriz şükür vesileleri de açığa kavuştu, çok şükür.
Ben de evet havale edelim diyor, ve biz kendi temizliklerimize devam edelim diye yeniden karar verip niyet ediyorum.
Çok çok sevgiler,