Kendimize Lütfedilen Şeyler için, “Bu Benim Hakkım!!!” hatta “Beğenmedim!” Demek
Özellikle biz bayanlar, anneler, öğretmenler, eşlerimiz, çocuklarımız, öğrencilerimiz için, kendimizi feda etmeye çok meyilliyiz.Tabii bu, pek çok babalar, kocalar ve meslekler için de geçerli.
Kendimizi unutup, karşımızdaki insanlar için gece gündüz düşünüp, yardım etmek, onlar için çalışmak, elimizden gelenin fazlasını yapmak için kendimizi paralamamız işten bile değil.
Tabii bu durumun tam tersi de kişinin sadece kendisini düşünüp, kendi ihtiyaçlarını ve kendi mutluluğunu ön plana alması.
Aslında tabii, işin en güzeli bunlar arasında, hoş ve güzel bir dengeyi bulabilmek.
Ancak, gerek evlilikte eşler arasında, gerek çocuklarımızla ilişkilerimizde, gerek arkadaşlar ve iş çevresinde, gerekse öğretmen-öğrenci ilişkilerinde, kendimizi bazen, veren veren veren ve sonra tekrar veren veren veren, pozisyonda bulabiliyoruz.
Çekim yasası gereği de hayatımızdaki insanlar, bizim bu aşırı fedakarlıklarımızı sömürmeye başlayabiliyorlar veya yine çekim yasası gereği bu tür insanları hayatımıza çekmeye başlayabiliyoruz.
Hayatımızda, bu tür bir durumun varlığı, özellikle kendini bir rutin ile beraber gösteriyor.
Her gün, bir nevi alışkanlık gibi yapılan bu hareketler, karşı taraftaki kişinin artık bunu, bir nevi “hakkı” olarak görmeye başlaması şeklinde gelişiyor.
Yapılan iyiliklerin, fedakarlıkların artık, tekrar tekrar, tekrar tekrar veren ve fedakarlık yapan kişinin duygu ve düşüncelerine aldırmadan alınması, hatta verileni beğenmeyip, daha da fazlasını talep etmesi en ileri nokta oluyor.
***************************************
Örnek olarak:
Annelerin her sabah çay demleyip kahvaltı hazırlaması,
Eşinin, çocuklarının kıyafetlerini tertemiz hazırlaması.
Evin tertemiz temizlenip, toplanması.
Öğle ve akşam yemeklerinin hazırlanması, kaldırılması.
Evin beyinin her gün kalkıp, işe gitmesi ve evinin geçimi için canla başla çalışması.
Eşinin, çocuklarının, evinin ihtiyaçlarını karşılaması.
Öğretmenler için de örnek vermek gerekirse, bir konuyu sabırla tekrar tekrar, tekrar tekrar anlatmaları.
***************************************
Bir taraf kendini feda etmeye başlayınca, karşı taraf da duygusuz ve aldırmaz bir biçimde,
** hem kendisine lütfedilen şeylerin değerini bilmemeye başlıyor,
** hem “Bu benim hakkım” havasına giriyor,
** hem de sahip olduğu, kendisine lütfedilen şeylerin yetmediğini düşünüp, daha da, daha da, taleplerde bulunmaya başlıyor.
İşin en ilginç yanı, bu durum sadece günlük hayatımızda, aile, arkadaş, iş çevremizde değil, hayatımızın her parçasında meydana gelebiliyor.
Aslında biliyor musunuz, sahip olduğumuz şeyler hakkında, ve özellikle hayatımızda paranın veya sevginin veya mutluluğun azlığı ve yokluğu konusunda şikayet ettiğimiz HER AN, aslında, Allah’a karşı bu tür bir duyarsızlık, bu “Beğenmedim, daha çok ver” havasına girmiş oluyoruz.
Aynı şekilde sahip olduğumuz her şey için içtenlikle şükretmediğimiz HER AN, Allah’a karşı bu duyarsızlığı, “Bu benim hakkım” havasını göstermiş oluyoruz.
Oysa ki, şunu çok iyi anlamamız gerekiyor:
Sahip olduğumuz her şey, “Hakkımız Değil Allahın Lütfu…”
İşte bu konuda Kuran’dan çok sevdiğim ayetler:
***************************************
Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik.
İki bağ da yemişlerini vermiş, o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: “Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum.”
Ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: “Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.”
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim.”
KEHF SURESİ 32-36
(Kehf: mağara)
Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: “Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!”
Allah dışında kendisine yardım edecek bir topluluğu da çıkmadı. Kendi kendini de kurtaramadı.
İşte böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah’tandır. O, karşılık verme bakımından da hayırlıdır, iş sonuçlandırma bakımından da hayırlıdır.
KEHF SURESİ 42-44
(Kehf: mağara)
Kuran’dan çeviri: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
***************************************
İlk okuduğumda bu adamın ”… eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim.” demesi bana çok gizemli gelmişti. Ne de olsa bir “inanmışlık” sözleri gibiydi ve bu adamın cezalandırılmasını tam olarak anlayamamıştım.
Defalarca okuyup düşünmenin ardından geldiğim sonuç ise şu:
Adam sahip olduğu her şeyi “hakkı” olarak görüyordu.
1- Bu hakkı yüzünden arkadaşına üstünlük taslıyordu.
2- Yine bu yüzden, bir şey olsa da Rabbine dönse bile daha iyisine “hakkı” olduğuna inanıyordu.
‘Bunlar benim hakkım’ diyecek yerde, ‘Bunlar Allahın lütfu.’ deseydi sanırım onun için daha hayırlı olurdu.
Zaten aynı surede, kendisine cevap veren arkadaşı da ona şunu öğütlemişti:
***************************************
“Bağına girdiğinde, ‘Maşallah, kuvvet yalnız Allah’tandır’ desen olmaz mıydı?”
KEHF SURESİ 39
(Kehf: mağara)
***************************************
Eğer annemizi, babamızı veya hayatımızdaki herhangi bir kimseyi,
** “Nasıl olsa her zaman burada.”
** “Bana hizmet etmek onun görevi.”
** “Bana yardım edecek tabii, bu onun görevi.”
havasıyla kullandığımız zaman, bir gün geliyor, o kişi de “Yeter artık.” deyiveriyor.
İşte o an, aynen böyle devam edeceğini ve hiç bozulmayacağını düşündüğümüz düzen, o kişinin “Yeter artık” demesiyle hayatımızda minik veya orta çapta bir kıyamet kopmasına sebep oluyor.
Oysa ki, aynı Kuran’da anlatılan o adamın da başına geldiği gibi, kıyametin kopacağını biz hiç ummazken, her şeyin aynen devam edeceğini sandığımız bir anda, takdir etmediğimiz, değer bilmediğimiz, sözünü dinlemediğimiz, karşıdaki kişi, “Yeter artık” deyiveriyor ve alıştığımız o rahat düzen, başımıza yıkılıveriyor.
Bu olay aslında yine, ders alınacak, kendimizi düzeltecek, hatamızdan vazgeçmemizi, doğruyu bulmamızı sağlayacak bir kapı olmasına rağmen, bu kapının hakkını veremeyenler, karşılarındaki “yeter artık” diyen kişiye, isyan etmeyi, suçlamayı tercih ediyorlar ve kendilerine haksızlık yapıldığını iddia etme cüreti gösteriyorlar.
Ve bu değerli kapı da yine hakkı verilemeyerek kapatılmış oluyor.
İşte bir ayet daha ‘BU BENİM HAKKIM!! dememeyi bize açıkça öğreten…
*****************************************
Eğer kendisine dokunan bir zorluktan/zarardan sonra bizden bir rahmet tattırsak, yemin olsun, şöyle diyecektir: “Bu benim hakkım! Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülmüş olsam da şüphesiz, O’nun katında benim için şaşmaz güzellikler vardır.” Yemin olsun, biz o nankörlük edenlere, yapıp ettiklerini haber vereceğiz. Yemin olsun, o çetin azabı onlara tattıracağız!
FUSSİLET SURESİ 50
(Fussilet: ‘Ayrıntılı yaptı.’)
Kuran’dan çeviri: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
******************************************
Annelerimize babalarımıza karşı, bu,
** “Bu benim hakkım”
** “Bu senin görevin, hiç bir karşılık beklemeden yapmak zorundasın.”
havamızı bırakalım ve onların her bir lütuflarını sevgiyle, saygıyla kabul edip, en güzelinden bir teşekkür, en güzelinden bir sevgi, en güzelinden bir saygı, en güzelinden bir yardım ile onların beklediklerinin de ötesinde, harikulade bir karşılık verelim.
Aynı şekilde öğretmenlerimiz için de, onların sabırla tekrar ettikleri, anlamamızı istedikleri şeyleri, gerekirse, eski yazılarını tekrar tekrar okuyarak, eski notlarımızı tekrar tekrar gözden geçirerek, anlayalım, uygulayalım.
Öğretmenlerimizin fedakarlıklarını, aylardır sabırla tekrar tekrar anlatmalarını görmemezlikten gelip,
** “Nasıl olsa her sorduğumda tekrar anlatıyor, dur ben eski yazılara bakacağıma, kendisine her gün her seferde, tekrar tekrar sorayım.”
şeklinde öğretmenimizi rencide etmeyelim, onun kendisini anlaşılmamış, değeri bilinmemiş, dinlenmemiş hissetmesine sebep olmayalım.
Öğrettiklerinin, yazdıklarının, anlattıklarının değerini bilelim, ona öğrendiklerimizi uygulamanın ve uyguladıklarımızla elde ettiğimiz güzelliklerle, başarılarla, kazanımlarıyla, teşekkürlerle geri dönelim.
Ben de kendi öğretmenlerime, böyle bir öğrenci olmak için canla başla çalışıyorum. İşte Sayın. Prof. Dr Yaşar Nuri Öztürk öğretmenimiz sayesinde, kendi dilimde okuyup, anlayabildiğim, Kuran’dan aldığım harikulade bir ders bu:
“Hakkımız Değil Allahın Lütfu…”
Allah ondan razı olsun.
Kuran’ı bize lütfeden Allah’a, aracı olan meleklere, çok sevgili, çok değerli Muhammed peygamberimize SONSUZ, SONSUZ, SONSUZ teşekkürler.
Sizler çok büyük bir lütufsunuz.
Sizleri bilmek, sizleri anlamak, sizlere bir karşılık verebilmek, ne büyük bir şeref, ne büyük bir onur.
Pinterest'te Takip Et!Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
11:55, 14 Şubat 2011
Ne güzel yazmışsınız ve ne güzel açıklamışsınız. Çok çok çok teşekkür ederim. gerçekten de insan bazen en yakınlarının emeklerini görmezden gelebiliyor. Ben onu çok seviyorum, çok yüceltiyorum diyor, belki gerçekten de hem kendine hem insanlara karşı yüceltiyor o yakınlarını. Ama bazen de tembellik mi desem, gaflet uykusu mu desem, sevdiği bir insan tarafından sarmalanmanın ilgilenilmenin rehaveti rahatlığı mı desem, adı neyse işte o hal insanı alıp götürüveriyor.
Allah bana ve benim gibilere hayırlı kapılardan tekrar geçmeyi ve kapattığım kapılarımı da hayırlı şekilde tekrar aralamayı nasip eder inşallah. Allah sizden razı olsun. Peygamber efendimizin mübarek doğum günü kutlu olsun, hayırlar güzellikler getirsin inşallah bize.