Alan, Hacim, Mekan Çalmak
Hayvanlar aleminden de duymuşuzdur, her hayvan ailesinin bir bölgesi, alanı vardır, oraya yabancı hayvanlar sokulmaz, eğer gelirlerse dayak atılır, sert çıkılır ve o alandan kovulurlar.
Serçeler 1-2 km çapında alanlarla şehri paylaşarak yaşarlar.
En büyük vahşi hayvanlarda da böyle bölgeler var.
Doğadaki bu BÖLGE kavramının bu kadar yaygın olması bizim için de bir işaret olmalı, bir alana sahip olmanın, mutlu, başarılı bir yaşam için GEREKLİ olduğu ve bunun bir doğa prensibi olduğu konusunda.
Fakat şimdi asıl gelelim insan ruhuna.
Bizler şahsi ve ailevi alanlara EN ÇOK ihtiyaç duyan varlıklarız.
Şahsi bir mekanımızın olması, bize ait eşyaların olması, mümkünse bize ait bir odanın olması hem hayat başarımız için ama daha da önemlisi RUHİ sağlığımız için çok önemli.
Aslında insan ruhu tek başına bir evrene sahip olabilecek şekilde yaratılmış.
Hayalleri, beklentileri, duyguları, hassasiyetleri bir evren boyunda bir mekan için dizayn edilmiş. (tasarlanmış da diyebiliriz. :D)
Eminim sen de farketmişsindir, sevgili arkadaşım, Allah ile konuşurken, Allah’a dua ederken kendini – Allah ve sen olarak- birebir tüm evreni hissedecek ve sahiplenecek duygularla doluyor insan.
Bu yapay değil. Hata da değil, haddi aşmak da değil.
Tam aksi ÖZÜMÜZE dönmek.
Çünkü Allah ruhumuzu her birimize BİR EVREN düşecek kadar büyük yaratmış. Ve evet tüm o sonsuz galaksileriyle birlikte.
Ve şimdi gelelim günlük hayatın insani bazı gerçeklerine.
Ve hayatımızdaki, maneviyattan uzak, belki cahil, belki zalim, belki de hasta, bazı yakınlarımızın veya tanıdıklarımızın insanın ALAN İHTİYACI konusunda yaptığı yanlışlara.
Bir çocuk gözüyle bakalım:
Sabah kahvaltıda küçük kardeş çayını karıştırıyor ve kahvaltısına devam etmek için çatalına uzanıyor. O sırada anne elini uzatıp, onun çay bardağından kaşığı çıkartıp masaya veya çay tabağına koyuyor.
Bu aslında sevgiyle, tatlı bir iletişimle yapılabilecek bir hareket. Ancak bu örneğimizdeki anne, bu tür şeyleri SIK SIK yaptığı ve bir sevgi ifadesi olarak değil de, alışkanlık ve biraz sinir, sıkıntı ve sabırsızlıkla yaptığı için, durum biraz farklı.
Anneye göre sebep, kaşık bardakta durmaz, karıştırdıktan sonra dışarı çıkartılır, zaten mantıklısı da bu değil midir, gözüne batabilir, içerken rahatsız eder, falan filan bir sürü sebebi var eğer sorsak.
Zaten buradan da ilk ipucunu alıyoruz, sebepler ÇOK. Bu da aslında demek ki, olayın aslında daha gizli bir sebebi var, yani ÖNCE içgüdüsel olarak yapılıyor, SONRA sebepler aranıp bulunuyor.
Küçük çocuğa gelince…
Onun ruhunda fırtınalar kopuyor. Önce bir rahatsızlık hissediyor, ama bunun sebebini tabii ki bilmiyor, yaşı çok küçük, Funda Teyze’yi de tanımıyor, annesinin bu hareketine önce kızgınlık hissediyor, ama kızgınlığını AÇIKLAYAMADIĞI ve sebebini de bilmediği için, kızgınlığı SUÇLULUĞA dönüşüyor, ‘Ben anneme gereksiz yere kızıyorum, o benim iyiliğimi düşünüyor, ben kötü bir çocuk muyum, kötü bir insan mıyım?’
Ama zaten bu duygusal sonuç, çocuğun yaşadığı bu hisler, çocuğun ALANINA girerek, ALANI ZORBACA ÇALINARAK, ona verilen zararın İLK TAKSİDİ, ilk parçası, çünkü daha kötüsü de olabiliyor.
Mesela, çocuk eğer duygularını ifade etse, diyelim ki iletişimi henüz yüksek ve söndürülmemiş bir çocuk olsun bu örneğimiz, ilk tepkisi kızmak olacaktır, ‘Niye benim bardağıma dokunuyorsun?’ ‘Ellemesene anne!’ gibi…
Fakat ALAN ihlalleri genellikle çok zor ifade edilebildiği ve çok zor konuşulabildiği için, annesi ona sert bir cevap verip, çocuğu daha da suçlu duruma düşürecektir. ‘Nankör’ diye damgalanmak da kötü sonuçlardan.
Ve gelelim üçüncü zarara.
Bu tür, bir çocuğu kızdıran ama onun AÇIKLAYAMADIĞI, kendini ifade edemediği hareketler, çocuğun bu konuyu uzun uzun düşünmesine ve bu konuda takıntılı düşüncelere, kurmalara sebep oluyor.
Bir insanın bu şekilde uzun uzun düşüncelere dalmasına ve iç aleminde kıvranmasına sebep olmak, onun manevi sağlığına yapılan çok ciddi bir zarar.
Bazen bu düşünmeler yıllar boyu sürebiliyor. Kişide alışkanlık haline gelebiliyor.
Dördüncü zarar da, çocuğun ALANI elinden alınmış oluyor.
Çocuk yaşadığı bu duygusal ve sıkıntı dolu olayın arkasından elbette bir tek sonuca ulaşıyor:
Eğer bu evde mutlu olacaksa, çay bardağını sahiplenmeyi bırakması gerektiğini anlıyor, çünkü bu bardak, bu kaşık, bu çay hep anneye ait. Devamlı elliyor, bir şeyler yapıyor, eğer BENİM diye düşünürse, sonra HEP kalbi kırılıyor, sebebini de açıklayamıyor ve kendini kötü, suçlu hissediyor, demek ki en iyisi çay bardağını bırakayım onların olsun, benim olmasın, oh be diye rahatlıyor hatta.
Fakat ruhunun en önemli ihtiyacı, EN TEMEL ihtiyacı olan, SAHİPLİKTEN, bir alana sahip olmaktan, bir alana huzurla hakim olabilmekten vazgeçmiş oluyor ve küçülüyor.
Yani kendi maneviyatını, yaşadığı acı duygular sebebi ile küçültmeye itmiş oluyor.
Tabii olay sadece bir çay bardağı, çay kaşığı ile kalsa yine problem yok.
Ama evdeki koltuklar, sandalyeler, battaniyeler, odalar, yerler, tavanlar, banyo hatta tuvalet de bu şekilde çocuktan çalınınca, o çocuk artık o evde bir ruh olarak bir sinekcik kadar alana sahip bir hale geliveriyor.
Hep maneviyat maneviyat denir.
İşte maneviyatın BİRİNCİ esası:
Allah’ın bir kulu olarak, Allah ile ve Allah’ın önünde sanki tüm evrene sahipmişiz gibi kalbimizin GENİŞ ve FERAH hissetmesi.
Bir çocuktan veya herhangi bir insandan Allah’ın bu armağanını çalmak, onu ruhen hapsetmek, köreltmek, küçültmek, onu kafasının içine hapsetmek, onu olduğu yerde hiç bir şeye dokunamaz bir halde bırakmak, bir kişinin bir diğer kişiye yapabileceği EN BÜYÜK KÖTÜLÜKLERDEN biri.
Eğer maneviyatı anlayabiliyorsak ve önemini kavrayabiliyorsak tabii.
Ve maalesef bu yanlışı en çok aileler çocuklarına yaptıkları için, tüm dünyada neredeyse bütün çocuklar, ilk fırsatta ayrı bir eve gitmek isterler, bütün maddi bedeline rağmen, AYRI evde yaşamak isterler.
Çok ilginç ki, bir insan ne kadar maddiyata düşkünse, o kadar çok başkalarının alanını gizli gizli ihlal ediyor.
Ki maddiyata düşkün olmak derken kastım, sadece hazine avcılığı yapmak, ya da altınları yığmak demek değil. Zaten onu da yapanlar var hayatta ve onlar da hayatın diğer parçalarında, işte, okulda, ülkede, dünyada ihlallerini yapıyor.
Ama bugün burada benim anlattığım aile içinde, bireylerin bireylere ihlalleri olduğu için, maddiyattan kastım, en başta, başkalarıyla yarış yapmak.
Başkalarından daha büyük bir eve sahip olmak, başkalarından daha çok gelire sahip olmak istemek, kendisinin veya çocuklarının yüksek pozisyonlarda olmasını istemek, bu olmazsa kendini kötü hissetmek, çocukları iyi okullarda okutmak için başkaları ile yarıştırmak, hatta kardeşleri, akrabaları yarıştırmak, eş seçiminde de dış görünüş ve maddiyat olarak başkalarından üstün olmak istemek, parası olmadığı ya da az olduğu zaman, ya da çocuğu bir sınavı kazanamadığı zaman, konu-komşu ile konuşmayı kesmek, dışarı çıkmak istememek, her konuda herkesle yarışmak istemek, herkesi yenmek ve geçmek istemek, ve tüm bunların sağlıklı bir dozun ötesinde olmasına maddiyata düşkünlük diyoruz.
Ve büyük evde yaşamakta, iyi bir gelire sahip olmakta, çocukları iyi okullarda okutmakta bir kötülük yok, ama bunu gönül ferahlığı ile bir başkası için de isteyebilmek, daha da önemlisi, isteme sebebimizin hırs, başkasına yenilmemek, başkalarına rezil olmamak DEĞİL, rahat ve içtenlikle MUTLULUK için olması güzel.
Çünkü YENİLMEMEK için uğraştığımızda içimiz korku, nefret, tedirginlik, ve ardından da suçlama, suçluluk, pişmanlık, boşvermişlik, alay ile doluyor ama bunlar arasında en sabit olanı nefret, tedirginlik ve korku. Bütün bu negatif duygular fırtınası içerisinde, başkalarının alanını ihlal eden bir kimse, elbette o an karşısındaki insanın ne hissettiğini de anlayamıyor, hissedemiyor.
Ve gizli gizli ihlal derken, tabii ki alanı ihlal edilen için bu asla gizli değil, ancak, itiraz etmek, karşı gelmek zor.
Çünkü en ufak bir itirazda en az 50 tane sebep gelecek, o kişinin ne kadar da haklı ve ne kadar da masum olduğu konusunda.
Ve o 50 sebebi çürütsek dahi, kişi yine de kabul etmiyor, ‘Amaaan sen de bir garipsin, amma kafayı taktın bana’ deyip, yine de haklı çıkıyor. Yani alan, hacim, mekan çalan bir kişiye karşı özellikle sözlü bir şekilde, hele hele söz dalaşı ile kazanmak neredeyse imkansız.
Yaşadığımız sıkıntı, acı, huzursuzluk hatta öfkeyi ve sebebini FARKETMEK bizi en rahatlatan şey.
Anlamak bizi en rahatlatan şey.
******************************************************
Şimdi de, size bir kaç örnek vererek ALAN, HACİM, MEKAN ihlalleri konusunda sizleri uyandırmak isterim ki, siz de farkında olun, kimse Allah’ın size verdiği o geniş ve ferah alanı küçültemesin, sizden çalamasın.
Ancak bu öğrettiklerimi bahane ederek, lütfen siz de insanlara sert çıkışlar yapmayın alan ihlal ettiklerinde.
Çünkü her ne kadar kimi insan sabit ve hayat boyu cahillik ve zalimlikle yapabiliyor olsa da, HEPİMİZİN de sürçtüğü ve yapmışlığı olabilir. Bilinçli olmakta ve özelikle de önce KENDİ yaptığımız alan ihlallerini tövbe edip bırakmakta fayda var.
ALAN HACİM MEKAN İHLAL ÖRNEKLERİ:
1- Bir kişiyi gözle sürekli takip etmek. Yan gözle de olsa hangi odaya girdi, ne arıyor, ne yapıyor, neye dokundu, ne yiyor, ne içiyor, HER ŞEYİNİ takip eder durumda olmak. Tabii bunu arada sırada veya sık sık yapılan eleştiriler, uyarılar, sorularla kişiye İYİCE hissettirmek, sen gözlem altındasın, burada rahat rahat istediğini yapamazsın, tuhaf bir şey yaparsan, beni karşında bulursun hislerini vermek. Ya da bunu ben sana yardım ediyorum çuvalına, kılıfına geçirerek iyice itiraz edilemez bir şekilde yapmak.
2- O mekana SESLE sahiplenmek. Yürüyüşüyle, dolapları, kapıları açıp kapatırken çıkan yüksek sesle, BURASI BENİM demek.
Ya da otururken bile, ah’lamalar, of’lamalar, öksürmeler, garip sesler, boş sözler ile SESLE mekanı sahiplenmek, doldurmak ve orada yaşayanların, huzur arayan, genişlemeye çalışan maneviyatlarını bir balon gibi söndürüvermek.
Küfürlü konuşmak, çirkin şeylerden bahsetmeyi de bu maddeye ekleyeyim. Çirkin küfürler, pis veya insanları utandıran şeylerden bahsetmek de alan ihlal edenlerin en sık başvurdukları bir yöntem.
3- Sofrada bin bir çeşit gereksiz aktivite, soru, yardım teklifi, ister miydin, ister misin, yapayım mı, edeyim mi, vereyim mi, gibi sofranın da huzurunu ortadan kaldıran, insanı öfkelendiren, ‘Ay yeter artık’ dedirten sahipleniş ve burası benim deyişler.
Tabii sorsak, o ‘hizmet ediyorum, yardım ediyorum, bir dediklerini iki etmiyorum ve değerimi yine de bilmiyorlar, ne kadar nankör bunlar’ diyecek.
Peki HAKLI-HAKSIZ nasıl ayırt edeceğiz?
En büyük işaret, rahatsız etmesi, sürekli devam etmesi ve herkese yapılması ve abartılı hatta yapay olması, sevgili arkadaşım.
4- Gereksiz, saçma ve durduk yere eleştiriler yapmak, kişiyi haksız yere, ortada bir şey yokken suçlu hissettirmek.
Bu kötü yaklaşım sebebi ile bu kişinin gittiği her alanda herkes kabuğuna çekiliveriyor, tedirginlikle küçülüveriyor. Onunla aynı kefeden olanlar müstesna. Çünkü onlar da alanlarını kaplan gibi sahiplendikleri için, artık o durumda hangisi daha yaman hırsızsa o kazanıyor. Tabii birbirlerinden çalmalarında bizim için bir sakınca yok, ama ah işte o alandaki masum insanların alanı çalındığı için, zarar yine masum insanlara oluyor.
5- Alan, hacim, mekan çalmada, beşinci örneğimiz de AŞIRI temizlik merakı.
Tabii bu konu da çok hassas. Mesela benim canım anneannem çok temiz bir ev hanımıydı ama onun evinde kendimi ASLA kötü hissetmedim, alanım, mekanım benden çalınıyor şeklinde ASLA hissetmedim. Ancak, biliyorum ki, yine temizlik meraklısı bazı kimseler, bu güzel konuyu bile, mekan, alan çalmaya dönüştürebiliyorlar.
Sanırım bunun en güzel göstergesi, SENİN ARKANDAN bir şeyi alelacele temizlemeleri.
Yani seni kötü hissettirerek. Canım anneannemde hiç öyle bir şey hissetmedim. Onun evinde temizliğin ferahlığı ile alanım, mekanım, hacmim hep genişledi, Allah ondan razı olsun. Tabii bunun sebebi anneannemin Allah sevgisini ve bana olan sevgisini hissetmemdi.
Bu sevgi varken, arkamdan temizlese bile problem yok.
Yani dönüp dolaşıp aynı yere geldik.
Anahtar nokta kişinin MANEVİYATI.
Duyguları ve duygularının kaynağı.
Herkesi yenmeliyim, evim tertemiz olmalı, kimsenin altında kalmamalıyım, üstün olmalıyım diyerek temizlik yapınca, bu temizlik diğer insanların kalbini kıracak şekilde yapılıyor ve içerisinde SEVGİ olmuyor, çünkü hırsla yapılıyor, takıntıyla yapılınıyor.
Ama ‘Ben evimi seviyorum, eşimi, çocuklarımı ve kendimi de seviyorum, onların ve benim mutluluğumuz için temizlik yapıyorum’ deyince, o temizliğe başkalarını kıracak, incitecek, onları kara kara düşündürecek bir hareket eklenmiyor, kişi doğal olarak ne yapıyorsa, güzel ve tatlı yapıyor.
Tabii dikkat etmek lazım. Mekan çalan birisi, mekan çalmayı alışkanlık haline getirmiş bir kişi, bu son yazdıklarımı okusa, hemen diyecektir, ‘ama işte ben böyle sevgiyle yapıyorum, ben tatlıyım, ben iyiyim.’
Heyhat!!!
Ne yazık!
İnsanın kendi kendini bilemeyişi ne yazık!!!
Sınav şuydu sevgili arkadaşlarım:
Yukarıda tüm yazdıklarımı okurken, eğer sen, ‘Tüh ya, ben ne kadar çok alan çalmışım! Vah bana, tövbeler olsun Allah’a, şunu şunu şunu bir daha yapmayacağım, yapsam da sevgiyle ve güzellikle yapacağım, Allah’ım affet beni, ben zalimlerden, cahillerden olmuşum’ dediysen, diyorsan, SEN BAŞKALARININ ALANINI ÇALANLARDAN DEĞİLSİN!!!!!
Yukarıda tüm yazdıklarımı okurken, eğer sen, ‘Ay ben de yapmış olabilirim, Allah’ım affet, bundan sonra daha da dikkat edeyim, çevremdekilerin alanlarını ihlal etmeyeyim, sınırlamayayım, küçültmeyeyim.‘ dediysen, diyorsan, SEN BAŞKALARININ ALANINI ÇALANLARDAN DEĞİLSİN!!!!!
Ancak, eğer, yukarıdakileri okurken ve okuduktan sonra, ‘Ha ha hay, ne saçma ya da ben ne kadar sevgi doluyum, var mı benden iyisi’ demişsen, dersen, o zamaaaannnn, seni bir iç hesaplaşmaya davet ediyorum.
********************************
Ve yazımı 2 arkadaşın şu konuşmalarıyla bitireyim:
İki arkadaş konuşuyorlarmış, birisi demiş ki, ‘evim sanki bana ait değilmiş gibi hissediyorum, hiç bir oda bana ait değil, hiç bir eşya benim değil gibi hissediyorum.’
Diğeri de inanmamış, ‘Vardır bir şey sana ait olan, benimsediğin, BENİM dediğin.’
Ve bunun üzerine arkadaşı da düşünmüş, hayalinde bütün evi aramış taramış, kendine ait bir şey bulmaya çalışmış. Ve sonunda ‘HAH BULDUM’ demiş.’
‘Nedir o?’ diye sormuş arkadaşı.
‘Çekmecede bir kürdanım var. Çakıyla KENDİM oydum!!!!’
*******************************
Hepinize ve tüm çocuklara, tüm insanlara bir adet kürdandan DAHA BÜYÜK bir sahiplik, mekan ve huzur dolu bir alan diliyorum Allah’tan.
Farkındalık, alanımızı büyütmekte ilk adım.
İkinci adım da, tatlı dille, alanımıza el uzatanları caydırmak, kendi alanlarına geri göndermek. Ya da yine tatlı dille, ONLARI DA kendi alanımızın içine sevgiyle ve oldukları halleriyle almak, sahiplenmek, kabullenmek ve hakim olmak.
Tekrar ediyorum, TATLI DİLLE ve SEVGİYLE.
Çünkü kavga ile elde edilmiş alan da huzurlu olmuyor, olamıyor. Tadını çıkartamıyoruz, bizimmiş gibi olmuyor.
Mesela bir ülke diğer ülke ile ciddi anlamda kavgalıysa, artık güvenlik tehlikede demektir.
Kendi toprağımızda huzur içinde yaşamak istiyorsak, çevremizle de İYİ İLİŞKİLER kurmayı bilmemiz, bilmiyorsak öğrenmemiz gerek.
Atatürk’ün de dediği gibi, YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!
Funda Teyze de şöyle diyor:
RUHTA HUZUR, EVRENDE HUZUR!
ya da
RUHTA HUZUR, EVDE HUZUR!
************************************
FARKINDALIKLAR:
- Alanın maneviyatla alakası, HUZUR duygusundan kaynaklanıyor. Huzur bir duygu. Manevi bir şey. Ve içinde iyilik var huzurun ve bu sebeple maneviyatın ÖZÜNÜ temsil eden bir duygu.
- Bir alanın bize ait olduğunu, ya da isteğimiz dışında bizden alınmadığını hissettiğimiz anda, HUZURU hissediyoruz.
- Ve ruhun huzura olan ihtiyacı, huzurun ona hak olması, helal olması, huzurun maneviyatın ta kendisi olması, temiz huzur dolu alanların, mekanların önemini bizim için daha da ortaya koyuyor.
- Huzur dolu alana sahip olmak bir ruhun en doğal hakkı.
- Allah’ın ruhu bir evrene sahip olacak kadar geniş alanlara yatkın bir yapıda yaratmış olması da, bizim bir ruhun kendine ait bir alanı olması gerektiğini en güzel ispat eden delil oluyor.
- Yani Allah bu konunun önemli olduğunu bilerek ruhu ona göre yaratmış. Bizim de özümüzü, aslımızı iyi anlamamız gerek.
- Alan sahipliği, o alana huzur ve sevgiyle hakim olabilmek demek.
- Korkmadan, çekinmeden, rahat bir şekilde ve başkalarının da o alanda mutlu olmasına izin verecek şekilde ve gelecek için umutlarla dolu olarak yani, tehlikeden ve korkudan uzak bir şekilde HAKİM olabilmek.
- Gürültü, rahatsız eden ve dinlemek zorunda kaldığı TV, müzik, radyo da hep kişiyi ruhen köreltiyor.
- Çoğu insan Allah’tan uzaklaştığı için ve acı içinde yaşadığı için, kendini müzik, şarkı, dizi, TV içerisinde KAYBETMEYE, unutmaya çalışıyor. Bu da gürültülü, insanın dikkatini dağıtan, huzurdan uzak, tantanalı bir medya tüketimine sebep oluyor.
- Allah’a sığınmanın huzurunu anlayan bir kişi ise bu gürültü patırtıdan doğal olarak rahatsız oluyor ve içindeki huzurdan uzaklaştırılması onu rahatsız ediyor.
- Allah’a sığınmanın huzurunu unutmuş kişiler ise, o gürültü, patırtı, heyecanlarla içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor.
Yorum Yaz
Funda Teyze'nin öğrencileri kimler?:
Funda Teyze'nin öğrencileri:
** Akıl ve kalp merkezli,
** Hayatın 8 parçasını seven, sevmek isteyen,
** Hayatının her parçasında başarı isteyen,
** Hayatının her parçasını takdir etmeyi, teşekkür etmeyi bilen ve seven,
** Bir hatasını, yanlışını farkedince, bunun üzerinde ısrar etmeden azim ve kararlılıkla vazgeçmeye, hep iyiden, güzelden, doğrudan yana olmaya kararlı ve niyetli,
** Ve en önemlisi de, öğrenmeyi çok ama çok seven,
** doğru öğretmeni bulduktan sonra, hayatının her parçasında da olduğu gibi öğretmenine de sadakat gösterebilen,
** Allah'ı seven,
** Allah'ın da onu ve herkesi çok sevdiğini bilen,
** Anne veya anne olmak isteyen,
** Mutlu ve huzurlu bir aile kurmak isteyen,
** Mutlu, huzurlu, sağlıklı, bolluk ve bereket içerisinde bir hayat isteyen,
** Hayatının 8 parçasında hayırlı uğurlu işler yapmak isteyen,
** Türk hanımları.
Hayatımızın 8 parçası derken, hemen hatırlatayım, hayatın vazgeçilemez 8 parçası şunlar:
1- Kişinin kendisi,
2- Ailesi,
3- Arkadaşları, ülkesi,
4- Tüm insanlık,
5- Tüm canlılar,
6- Tüm fiziksel evren,
7- Ruhlarımız,
8- Allah.
Beyler ve öğrenci olmaya niyeti olmayan bayanlar da tabii ki okumak isterlerse okuyabilirler ancak yorum ve sorularınızı kabul edemeyeceğimiz ve cevap veremeyeceğimiz için lütfen kusura bakmayın.
31 Aralık 2011 tarihi itibariyle artık, rumuzlu yorumları kabul edemiyoruz.
Harikulade yorumlarınız bizim için çok değerli. Bu sebeple, hayatın her hangi bir parçası için sevgisiz, saygısız, iyiden, güzelden, doğrudan yana olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Aynı şekilde özel cevap isteklerini de karşılamam artık mümkün olamıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim.
Lütfen yorumunuzda, okuyanlara ve güzelim Türkçemize olan sevgi ve saygınızı da, imla kurallarına elinizden geldiği kadar dikkat ederek gösterin.
Çok çok teşekkürler, çok çok sevgiler,
=======================
Çekim Yasası Öğretmeni
Ve Harikulade Dileklerin Funda Teyzesi
=======================
Not:
Harikulade dilekler derken kastettiğimiz hayatın 8 parçası için hayırlı, uğurlu, faydalı, güzel dilekler. Hayatın 8 parçasından birini veya daha çoğunu yok farzetmeyen, zarar vermeyen, iyi, güzel, doğru dilekler.
Hepimize kolay gelsin. :D
No trackbacks yet.
11:47, 3 Mayıs 2016
Harikulade bir makale.
Çok kez okudum.Allah’a sığınıp tekrar tekrar okudum.Öncelikle çok çok teşekkürler,emeğinize,bilginize sağlık.Öğretmenliğinize olan hayranlığımı arttıran bir makale daha çok şükür.
Ben de okudukça bilmeden alan,hacim daraltığım anlar için Allah’a sığınıp af diledim.Kendimi de anladım.Benim alanımı daraltmaya çalışan özellikle yapan Zalimlerle de bağımı kopartmaya niyet ettim.
22:05, 18 Mayıs 2016
Çok çok teşekkürler Özlemi arkadaşım.
Ne güzel, hem tövbe, hem de harikulade bir karar ve niyet.
Çok çok tebrikler.